هَلْ أَتَاكَ حَدِيثُ الْغَاشِيَةِ
Hel etâke hadîsul gâşiyeti
Gâşiyenin (heryeri kuşatıp kaplayacak olan korkunç felâketin) haberi sana geldi mi
-Yapmak-sana geldim-kaza-
وُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ خَاشِعَةٌ
Vucûhun yevme izin hâşiatun
İzin günü zillet içinde olan yüzler vardır
-Yüzleşir-Daha sonra-Bakmak
عَامِلَةٌ نَّاصِبَةٌ
Âmiletun nâsıbetun
Yorucu işler yapan
-Bir işçi-Yaklaşmak
تَصْلَى نَارًا حَامِيَةً
Teslâ nâran hâmiyeten
(Onlar) kızgın ateşe atılırlar
-Aynı tür-Ateş-koruyucu
تُسْقَى مِنْ عَيْنٍ آنِيَةٍ
Tuskâ min aynin âniyetin
Kaynar su pınarından içirilirler
-su-itibaren-göz-
لَّيْسَ لَهُمْ طَعَامٌ إِلَّا مِن ضَرِيعٍ
Leyse lehum taâmun illâ min darîın
Onların yiyeceği dari’den (acı, pis kokulu dikenli ağaçtan) başka bir şey değildir
-Olumsuz-onlar için-Yemekler-meğer ki-itibaren-
لَا يُسْمِنُ وَلَا يُغْنِي مِن جُوعٍ
Lâ yusminu ve lâ yugnî min cûın
Beslemez ve açlığa da bir fayda vermez
-hayır-Mezarlık-HAYIR-Şarkı söylemek-itibaren-açlık
وُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ نَّاعِمَةٌ
Vucûhun yevme izin nâımetun
İzin günü naîm (güzel ve parlak) yüzler vardır
-Yüzleşir-Daha sonra-
لِسَعْيِهَا رَاضِيَةٌ
Li sa’yihâ râdiyetun
(Dünyadaki) sa’yından (çalışmasından) razıdır
-Görmek için-Azaltmak
فِي جَنَّةٍ عَالِيَةٍ
Fî cennetin âliyetun
Âli cennettedir
-içinde-cennet-
لَّا تَسْمَعُ فِيهَا لَاغِيَةً
Lâ tesmeu fîhâ lâgıyeten
Orada boş söz işitmezsin
-hayır-Duymak-Hangi-
فِيهَا عَيْنٌ جَارِيَةٌ
Fîhâ aynun câriyetun
Orada devamlı akan bir pınar vardır
-Hangi-göz-
فِيهَا سُرُرٌ مَّرْفُوعَةٌ
Fîhâ sururun merfûatun
Orada yüksek tahtlar vardır
-Hangi-Gerçekleştirilmiş-Marfa
وَأَكْوَابٌ مَّوْضُوعَةٌ
Ve ekvabun mevdûatun
Ve (önlerine) konulmuş kadehler
-Ve kurabiyeler-Şiir
وَنَمَارِقُ مَصْفُوفَةٌ
Ve nemârıku masfûfetun
Ve dizilmiş yastıklar
-Ve gidiyoruz-Cami
وَزَرَابِيُّ مَبْثُوثَةٌ
Ve zerâbiyyu mebsûsetun
Ve yayılmış süslü kıymetli halılar (vardır)
-Ve kederim-Araştırma
أَفَلَا يَنظُرُونَ إِلَى الْإِبِلِ كَيْفَ خُلِقَتْ
E fe lâ yanzurûne ilâl ibili keyfe hulikat
Onlar hâlâ deveye bakmıyorlar mı ki, nasıl yaratılmış
-Ale?-Bakarlar-ile-Develer-Nasıl-ben YARATTIM
وَإِلَى السَّمَاء كَيْفَ رُفِعَتْ
Ve ilâs semâi keyfe rufiat
Ve semaya nasıl yükseltilmiş
-Ve-gökyüzü-Nasıl-
وَإِلَى الْجِبَالِ كَيْفَ نُصِبَتْ
Ve ilâl cibâli keyfe nusıbet
Ve dağlara, nasıl dik olarak yerleştirilmiş
-Ve-Jabal-Nasıl-
وَإِلَى الْأَرْضِ كَيْفَ سُطِحَتْ
Ve ilâl ardı keyfe sutıhat
Ve yeryüzüne, nasıl düzleştirilmiş (bakmıyorlar mı)
-Ve-Dünya-Nasıl-
فَذَكِّرْ إِنَّمَا أَنتَ مُذَكِّرٌ
Fe zekkir innemâ ente muzekkirun
Artık zikret (hatırlat), sen sadece müzekkirsin (hatırlatıcısın)
-Hatırlamak-Ancak-Sen-
لَّسْتَ عَلَيْهِم بِمُصَيْطِرٍ
Leste aleyhim bi musaytır(musaytırın)
Sen onların üzerinde bir zorlayıcı değilsin
-ben değilim-onlar üzerinde-
إِلَّا مَن تَوَلَّى وَكَفَرَ
İllâ men tevellâ ve kefer(kefere)
Ancak kim (arkasını) döner ve inkâr ederse
-meğer ki-itibaren-devraldı-Ve kefaret
فَيُعَذِّبُهُ اللَّهُ الْعَذَابَ الْأَكْبَرَ
Fe yuazzibuhullâhul azâbel ekber(ekbere)
O taktirde Allah onu en büyük azap ile azaplandırır
-İşkence görecek-Allah-İşkence-en büyük
إِنَّ إِلَيْنَا إِيَابَهُمْ
İnne ileynâ iyâbehum
Muhakkak ki onların dönüşü Bizedir
-O-Bize-
ثُمَّ إِنَّ عَلَيْنَا حِسَابَهُمْ
Summe inne aleynâ hisâbehum
Sonra onların hesapları muhakkak ki Bize aittir
-Daha sonra-O-Biz-Onların hesabı