KUR'AN-I KERİM VE TÜRKÇE MEALİ

Sadece bir ayeti dinlemek için ayet sayısı yazan simgesine de dokunabilirsiniz!
Toplam : Ayet, Okunan :
وَيْلٌ لِّلْمُطَفِّفِينَ
Veylun lil mutaffifîn(mutaffifîne)
Eksik ölçenlerin (ve eksik tartanların) vay haline
-Duvar-Sahip olanlar için
الَّذِينَ إِذَا اكْتَالُواْ عَلَى النَّاسِ يَسْتَوْفُونَ
Ellezîne izâktâlû alân nâsi yestevfûn(yestevfûne)
Onlar, ölçerek satın aldıkları zaman insanlara vefalı davranırlar (dürüst olup tam ölçerler)
-Kimin-eğer-Hadi-üzerine-insanlar-
وَإِذَا كَالُوهُمْ أَو وَّزَنُوهُمْ يُخْسِرُونَ
Ve izâ kâlûhum ev vezenûhum yuhsirûn(yuhsirûne)
Ve onlara (insanlara) satmak için ölçtükleri veya onlara tarttıkları zaman eksiltirler (eksik tartarlar)
-Eğer-Onları ara-veya--
أَلَا يَظُنُّ أُولَئِكَ أَنَّهُم مَّبْعُوثُونَ
E lâ yezunnu ulâike ennehum meb'ûsûn(meb'ûsûne)
İşte onlar beas edileceklerini (diriltileceklerini) zannetmiyorlar (bilmiyorlar) mı
-meğer ki-O düşünüyor-Onlar-onlar ki-
لِيَوْمٍ عَظِيمٍ
Li yevmin azîm(azîmin)
Azîm gün için
-Bugün-Harika
يَوْمَ يَقُومُ النَّاسُ لِرَبِّ الْعَالَمِينَ
Yevme yekûmun nâsu li rabbil âlemîn(âlemîne)
Âlemlerin Rabbi için insanların kıyam edeceği (kalkacağı) gün
-gün-uyanmak-insanlar--
كَلَّا إِنَّ كِتَابَ الفُجَّارِ لَفِي سِجِّينٍ
Kellâ inne kitâbel fuccâri le fî siccîn(siccînin)
Hayır, muhakkak ki, füccarın (şeytanın fücuruna tâbî olan kâfirlerin) kitapları (kayıtları, hayat filmleri) elbette siccîndedir (zemin kattan 7 kat aşağıda olan zülmanî kader hücrelerindedir)
-ikisi birden-O-kitap-Ayrılma-Fahiş-
وَمَا أَدْرَاكَ مَا سِجِّينٌ
Ve mâ edrâke mâ siccîn(siccînun)
Ve siccînin ne olduğunu sana bildiren nedir
-gesticülat-Seni biliyorum-Ne-
كِتَابٌ مَّرْقُومٌ
Kitâbun merkûm(merkûmun)
(O), rakamlandırılmış (kazanılan negatif ve pozitif puanların dereceler halinde yazılmış olduğu) bir kitaptır (kayıttır, insanların hayat filmidir)
-kitap-Marqum
وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِّلْمُكَذِّبِينَ
Veylun yevme izin lil mukezzibîn(mukezzibîne)
İzin günü, yalanlayanların vay haline
-Duvar-Daha sonra-
الَّذِينَ يُكَذِّبُونَ بِيَوْمِ الدِّينِ
Ellezîne yukezzibûne bi yevmiddîn(yevmiddîni)
Onlar ki dîn gününü yalanlıyorlar
-Kimin-Onlar yalan-Bugün-Borç
وَمَا يُكَذِّبُ بِهِ إِلَّا كُلُّ مُعْتَدٍ أَثِيمٍ
Ve mâ yukezzıbu bihî illâ kullu mu’tedin esîm(esîmin)
Ve onu (dîn gününü), haddi aşan asi günahkârların hepsi hariç, kimse yalanlamaz
-gesticülat-Yalan söyler-Bununla-meğer ki-Tümü-saldırgan-
إِذَا تُتْلَى عَلَيْهِ آيَاتُنَا قَالَ أَسَاطِيرُ الْأَوَّلِينَ
İzâ tutlâ aleyhi âyâtunâ kâle esâtîrul evvelîn(evvelîne)
Ona âyetlerimiz okunduğu zaman: “Evvelkilerin masalları.” dedi
-eğer-Okundu-onun üzerine-Ayetlerimiz-Dedi-Efsaneler-İlk iki
كَلَّا بَلْ رَانَ عَلَى قُلُوبِهِم مَّا كَانُوا يَكْسِبُونَ
Kellâ bel râne alâ kulûbihim mâ kânû yeksibûn(yeksibûne)
Hayır, bilâkis kazanmış oldukları şeyler, onların kalplerinin üzerini kapladı (kalplerini kararttı)
-ikisi birden-daha ziyade-Koştu-üzerine-Onların kalpleri-Ne-onlar-Kazanılır
كَلَّا إِنَّهُمْ عَن رَّبِّهِمْ يَوْمَئِذٍ لَّمَحْجُوبُونَ
Kellâ innehum an rabbihim yevme izin le mahcûbûn(mahcûbûne)
Hayır, muhakkak ki onlar izin günü Rab’lerinden elbette perdelenmiş olanlardır (Rab’lerini göremezler)
-ikisi birden-onlar ki-Açık-Onların Rabbi-Daha sonra-
ثُمَّ إِنَّهُمْ لَصَالُو الْجَحِيمِ
Summe innehum le sâlûl cahîm(cahîmi)
Sonra, muhakkak ki onlar, elbette alevli ateşe atılacak olanlardır
-Daha sonra-onlar ki-Salon-Cehennem
ثُمَّ يُقَالُ هَذَا الَّذِي كُنتُم بِهِ تُكَذِّبُونَ
Summe yukâlu hâzâllezî kuntum bihî tukezzibûn(tukezzibûne)
Sonra onlara: “Bu, sizin kendisini yalanladığınız şeydir.” denilir
-Daha sonra-O dedi-Bu-O-Sen-Bununla-Yalan söylüyorsun
كَلَّا إِنَّ كِتَابَ الْأَبْرَارِ لَفِي عِلِّيِّينَ
Kellâ inne kitâbel ebrâri le fî illiyyîn(illiyyîne)
Hayır, muhakkak ki ebrar olanların (Allah’a ulaşmayı dileyenlerin, hidayette olanların) kitapları (kayıtları, hayat filmleri) elbette illiyyin’dedir (zemin kattan 7 kat yukarıda olan birinci âlemdeki kader hücrelerindedir)
-ikisi birden-O-kitap-Dürüst-Fahiş-
وَمَا أَدْرَاكَ مَا عِلِّيُّونَ
Ve mâ edrâke mâ illiyyûn(illiyyûne)
Ve illiyyin’in ne olduğunu sana bildiren nedir
-gesticülat-Seni biliyorum-Ne-
كِتَابٌ مَّرْقُومٌ
Kitâbun merkûm(merkûmun)
(O), rakamlandırılmış (kazanılan pozitif ve negatif derecelerin yazılmış olduğu) bir kitaptır (kayıttır, insanların hayat filmidir)
-kitap-Marqum
يَشْهَدُهُ الْمُقَرَّبُونَ
Yeşheduhul mukarrabûn(mukarrabûne)
Ona, mukarrebin (yakın olan melekler) şahit olurlar
-Tanıklık ediyor-Yakın
إِنَّ الْأَبْرَارَ لَفِي نَعِيمٍ
İnnel ebrâre le fî naîm(naîmi)
Muhakkak ki ebrar olanlar, elbette ni’metler içindedir
-O-Dürüst-Fahiş-
عَلَى الْأَرَائِكِ يَنظُرُونَ
Alâl erâiki yanzurûn(yanzurûne)
Tahtlar üzerinde (oturup) seyrederler
-üzerine-Senin fikirlerin-Bakarlar
تَعْرِفُ فِي وُجُوهِهِمْ نَضْرَةَ النَّعِيمِ
Ta’rifu fî vucûhihim nadraten naîm(naîmi)
Sen, ni’metin pırıltısını (sevincini), onların yüzlerinde görüp anlarsın
-tanımak için-içinde-Yüzleri--
يُسْقَوْنَ مِن رَّحِيقٍ مَّخْتُومٍ
Yuskavne min rahîkın mahtûm(mahtûmin)
Onlara, mühürlenmiş (sadece kendilerinin açacağı) halis şaraptan sunulur (içirilir)
-Sulanmışlar-itibaren-nektar-
خِتَامُهُ مِسْكٌ وَفِي ذَلِكَ فَلْيَتَنَافَسِ الْمُتَنَافِسُونَ
Hitâmuhu miskun. Ve fî zâlike felyetenâfesil mutenâfisûn(mutenâfisûne)
Onun (o şarabın) sonu misktir (şahane misk kokusudur). Ve yarışanlar, artık bunda (bunun için) yarışsınlar
-Sonuç-Misk-Fahiş-O--
وَمِزَاجُهُ مِن تَسْنِيمٍ
Ve mizâcuhu min tesnîm(tesnîmin)
Onun mizacı (muhtevası) tesnîmdendir
-Ve onun ruh hali-itibaren-
عَيْنًا يَشْرَبُ بِهَا الْمُقَرَّبُونَ
Aynen yeşrabu bihâl mukarrabûn(mukarrabûne)
O bir pınardır ki ondan, mukarrebin (Rabbine yakın) olanlar içer
-su kaynağı-O içer-Bununla-Yakın
إِنَّ الَّذِينَ أَجْرَمُوا كَانُواْ مِنَ الَّذِينَ آمَنُوا يَضْحَكُونَ
İnnellezîne ecramû kânû minellezîne âmenû yadhakûn(yadhakûne)
Muhakkak ki suçlu olanlar (günahkârlar), âmenû olanlara gülüyorlardı
-O-Kimin-Gram-onlar-itibaren-Kimin-Güvenli-
وَإِذَا مَرُّواْ بِهِمْ يَتَغَامَزُونَ
Ve izâ merrû bihim yetegâmezûn(yetegâmezûne)
Ve onların (âmenû olanların) yanlarına geldikleri zaman, birbirlerine kaş göz işareti yaparlar
-Eğer-Evlenmek-Onlarla-
وَإِذَا انقَلَبُواْ إِلَى أَهْلِهِمُ انقَلَبُواْ فَكِهِينَ
Ve izânkalebû ilâ ehlihimunkalebû fekihîn(fekihîne)
Ve ailelerine döndükleri zaman neşeyle dönerler
-Eğer-Aktar-ile-Onlar onların insanı-Aktar-
وَإِذَا رَأَوْهُمْ قَالُوا إِنَّ هَؤُلَاء لَضَالُّونَ
Ve izâ raevhum kâlû inne hâulâi le dâllûn(dâllûne)
Ve onları gördükleri zaman: “Muhakkak ki onlar gerçekten dalâlette olanlardır.” dediler
-Eğer-Onları gördüler-Dediler-O-bunlar-
وَمَا أُرْسِلُوا عَلَيْهِمْ حَافِظِينَ
Ve mâ ursilû aleyhim hâfızîn(hâfızîne)
Ve onlar, onların (âmenû olanların) üzerine gözetici olarak gönderilmediler
-gesticülat-Göndermek-onlar üzerinde-
فَالْيَوْمَ الَّذِينَ آمَنُواْ مِنَ الْكُفَّارِ يَضْحَكُونَ
Fel yevmellezîne âmenû minel kuffârı yadhakûn(yadhakûne)
Artık bugün âmenû olanlar, kâfirlere gülüyorlar
-Bugün-Kimin-Güvenli-itibaren-Kefaret-
عَلَى الْأَرَائِكِ يَنظُرُونَ
Alâl erâiki yanzurûn(yanzurûne)
Tahtlar üzerinde (oturup) seyrederler
-üzerine-Senin fikirlerin-Bakarlar
هَلْ ثُوِّبَ الْكُفَّارُ مَا كَانُوا يَفْعَلُونَ
Hel suvvibel kuffâru mâ kânû yef’alûn(yef’alûne)
Kâfirler yapmış oldukları şeyler (sebebiyle) cezalarını buldular mı
-Yapmak-elbise-Kefaret-Ne-onlar-Onlar yapar