إِنَّا أَرْسَلْنَا نُوحًا إِلَى قَوْمِهِ أَنْ أَنذِرْ قَوْمَكَ مِن قَبْلِ أَن يَأْتِيَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ
İnnâ erselnâ nûhan ilâ kavmihî en enzir kavmeke min kabli en ye’tiyehum azâbun elîm(elîmun)
Muhakkak ki Biz, Hz. Nuh’u kendi kavmine: “Kavmini onlara, elîm azap gelmeden önce uyar.” diye (resûl olarak) gönderdik
-BEN-Bize gönderin-Nuh-ile-Onun insanları-O-uyarmak-İnsanlarınız-itibaren-önce-O-Onlara geliyorlar-işkence-
قَالَ يَا قَوْمِ إِنِّي لَكُمْ نَذِيرٌ مُّبِينٌ
Kâle yâ kavmi innî lekum nezîrun mubîn(mubînun)
(Hz. Nuh, kavmine) şöyle dedi: “Ey kavmim! Muhakkak ki ben, sizin için apaçık bir nezirim (uyarıcıyım), (öyle ki).
-Dedi-Hey-insanlar-ben-sana-Nadir-
أَنِ اعْبُدُوا اللَّهَ وَاتَّقُوهُ وَأَطِيعُونِ
Eni’budûllâhe vettekûhu ve etîûni
Allah’a kul olmanız, O’na karşı takva sahibi olmanız için. Ve bana itaat edin (tâbî olun)
-O-Tapmak-Allah-Ve korku-
يَغْفِرْ لَكُم مِّن ذُنُوبِكُمْ وَيُؤَخِّرْكُمْ إِلَى أَجَلٍ مُّسَمًّى إِنَّ أَجَلَ اللَّهِ إِذَا جَاء لَا يُؤَخَّرُ لَوْ كُنتُمْ تَعْلَمُونَ
Yagfir lekum min zunûbikum ve yuahhırkum ilâ ecelin musemmâ(musemmen), inne ecelallâhi izâ câe lâ yuahharu, lev kuntum ta’lemûn(ta’lemûne)
(Allah da) sizin günahlarınızı mağfiret etsin (günahlarınızı sevaba çevirsin) ve sizi belirlenmiş bir zamana kadar tehir etsin (ömür versin)! Muhakkak ki Allah’ın eceli (onun belirlediği an) gelince tehir edilmez. Keşke siz bilmiş olsaydınız
-Affeder-sana-itibaren-Günahların-Ve seni geciktir-ile-Evet-İsim-O-Evet-Allah-eğer-gelmek-hayır-gecikme-eğer-Sen-Öğrenmek
قَالَ رَبِّ إِنِّي دَعَوْتُ قَوْمِي لَيْلًا وَنَهَارًا
Kâle rabbi innî deavtu kavmî leylen ve nehârâ(nehâran)
(Hz. Nuh, Rabbine) şöyle dedi: “Rabbim, Muhakkak ki ben kavmimi gece ve gündüz (ruhlarını Sana ulaştırmayı dilemeye) davet ettim.
-Dedi-Kral-ben-aradım-Halkım-gece-
فَلَمْ يَزِدْهُمْ دُعَائِي إِلَّا فِرَارًا
Fe lem yezidhum duâî illâ firârâ(firâran)
Fakat benim davetim, (benden) kaçışlarından (uzaklaşmalarından) başka bir şeyi artırmadı
-film-Onları arttırıyorlar-Duacılarım-meğer ki-
وَإِنِّي كُلَّمَا دَعَوْتُهُمْ لِتَغْفِرَ لَهُمْ جَعَلُوا أَصَابِعَهُمْ فِي آذَانِهِمْ وَاسْتَغْشَوْا ثِيَابَهُمْ وَأَصَرُّوا وَاسْتَكْبَرُوا اسْتِكْبَارًا
Ve innî kullemâ deavtuhum li tagfira lehum cealû esâbiahum fî âzânihim vestagşev siyâbehum ve esarrû vestekberûstikbârâ(vestekberûstikbâran)
Ve muhakkak ki benim onları, Senin mağfiret etmen için her davet edişimde, (duymamak için) parmaklarını kulaklarına tıkadılar ve (görmemek için) elbiselerine büründüler ve (bu davranışlarında) ısrar ettiler ve kibirlenerek büyüklük tasladılar
-Ve ben-her ne zaman-onları aradım-Affetmek-onlar için-Onlar yaptı-Onları takip ediyorum-içinde-Kulakları--Onların kıyafetleri--Ve Arrogat-Çelik
ثُمَّ إِنِّي دَعَوْتُهُمْ جِهَارًا
Summe innî deavtuhum cihârâ(cihâran)
Sonra muhakkak ki ben onları cehren (açıkça) davet ettim
-Daha sonra-ben-onları aradım-
ثُمَّ إِنِّي أَعْلَنتُ لَهُمْ وَأَسْرَرْتُ لَهُمْ إِسْرَارًا
Summe innî a’lentu lehum ve esrartu lehum isrârâ(isrâran)
Daha sonra da muhakkak ki ben onlara alenî olarak ilân ettim ve onlara sır olarak (tek tek çağırarak) gizli gizli de bildirdim
-Daha sonra-ben-Duyurdum-onlar için--onlar için-
فَقُلْتُ اسْتَغْفِرُوا رَبَّكُمْ إِنَّهُ كَانَ غَفَّارًا
Fe kul tustagfırû rabbekum innehu kâne gaffârâ(gaffâran)
(Nuh A.S) ve dedim ki: “Artık Rabbinizden mağfiret dilediğinizi söyleyin. Muhakkak ki O; Gaffar’dır (mağfiret edendir).
-Söyledim-Affetmek-Rabbin-o-O öyleydi-
يُرْسِلِ السَّمَاء عَلَيْكُم مِّدْرَارًا
Yursilis semâe aleykum midrârâ(midrâren)
Üzerinize bol yağmurlu olarak semayı göndersin
-Gönderir-gökyüzü-senin üzerinde-
وَيُمْدِدْكُمْ بِأَمْوَالٍ وَبَنِينَ وَيَجْعَل لَّكُمْ جَنَّاتٍ وَيَجْعَل لَّكُمْ أَنْهَارًا
Ve yumdidkum bi emvâlin ve benîne ve yec’al lekum cennâtin ve yec’al lekum enhârâ(enhâren)
Ve size mal ve erkek çocuklar (vererek) yardım etsin. Ve sizin için cennetler (verimli bahçeler) yapsın ve sizin için nehirler akıtsın
-Ve seni uzatıyorsun-Para ile-Ve oğullar-Ve yap-sana-Cennet-Ve yap-sana-Şaşırtıcı bir şekilde
مَّا لَكُمْ لَا تَرْجُونَ لِلَّهِ وَقَارًا
Mâ lekum lâ tercûne lillâhi vakârâ(vakâran)
(Nuh (A.S), kavmine şöyle dedi): “Siz niçin Allah’tan bir vakar (azamet, izzet ve kudret) ummuyorsunuz?
-Ne-sana-hayır-Umuyorsun-Allah-
وَقَدْ خَلَقَكُمْ أَطْوَارًا
Ve kad halakakum etvârâ(etvâran)
Ve O, sizi halden hale (çeşitli hallerden) geçirerek yaratmıştır
-Ve öyleydi-Seni yarattın-
أَلَمْ تَرَوْا كَيْفَ خَلَقَ اللَّهُ سَبْعَ سَمَاوَاتٍ طِبَاقًا
E lem terav keyfe halakallâhu seb’a semâvâtin tıbâkâ(tıbâkan)
Görmüyor musunuz, Allah yedi kat semayı (yedi gök katını) nasıl yarattı
-ağrı-Gördüler-Nasıl-Yaratmak-Allah-Yedi-Smeans-Sınıf
وَجَعَلَ الْقَمَرَ فِيهِنَّ نُورًا وَجَعَلَ الشَّمْسَ سِرَاجًا
Ve cealel kamera fîhinne nûran ve cealeş şemse sirâcâ(sirâcen)
Ve Ay’ı, onların arasında (semalarda) bir nur kıldı ve Güneş’i de bir sirac (çırağ) kıldı
-Ve yap-ay-Bunlar-Nura-Ve yap-Güneş-Saraj
وَاللَّهُ أَنبَتَكُم مِّنَ الْأَرْضِ نَبَاتًا
Vallâhu enbetekum minel ardı nebâtâ(nebâten)
Ve Allah, sizi yerden (topraktan) bir nebat (gibi) yetiştirdi (yarattı)
-yemin ederim-Haberleriniz-itibaren-Dünya-Puan
ثُمَّ يُعِيدُكُمْ فِيهَا وَيُخْرِجُكُمْ إِخْرَاجًا
Summe yuîdukum fîhâ ve yuhricukum ihrâcâ(ihrâcen)
Sonra sizi oraya (toprağa) döndürecek ve bir çıkarışla sizi (oradan) çıkaracak
-Daha sonra-Seni iade et-Hangi--
وَاللَّهُ جَعَلَ لَكُمُ الْأَرْضَ بِسَاطًا
Vallâhu ceale lekumul arda bisâtâ(bisâtan)
Ve Allah, arzı sizin için geniş bir mekân kıldı
-yemin ederim-kıldı-sana-Dünya-
لِتَسْلُكُوا مِنْهَا سُبُلًا فِجَاجًا
Li teslukû minhâ subulen ficâcâ(ficâcen)
Sizin yolculuk etmeniz için, ondan geniş yollar yaptı
-İşe alınmak-Olan-Uzak-
قَالَ نُوحٌ رَّبِّ إِنَّهُمْ عَصَوْنِي وَاتَّبَعُوا مَن لَّمْ يَزِدْهُ مَالُهُ وَوَلَدُهُ إِلَّا خَسَارًا
Kâle nûhun rabbi innehum asavnî vettebeû men lem yezidhu mâluhu ve veleduhû illâ hasârâ(hasâran)
(Nuh A.S): “Rabbim, muhakkak ki onlar bana asi oldular (isyan ettiler). Ve malı ve evlâdı kendisine hüsrandan başka bir şeyi artırmayan kimselere tâbî oldular.” dedi
-Dedi-Nuh-Kral-onlar ki-Bana itaat etmiyorum-Ve takip et-itibaren-yapmadım--Onun parası--meğer ki-
وَمَكَرُوا مَكْرًا كُبَّارًا
Ve mekerû mekran kubbârâ(kubbâran)
Ve büyük hileler kurdular
-Ve onlar bitti-Faiz-
وَقَالُوا لَا تَذَرُنَّ آلِهَتَكُمْ وَلَا تَذَرُنَّ وَدًّا وَلَا سُوَاعًا وَلَا يَغُوثَ وَيَعُوقَ وَنَسْرًا
Ve kâlû lâ tezerunne âlihetekum ve lâ tezerrunne vedden ve lâ suvâan ve lâ yagûse ve yaûka ve nesrâ(nesran)
Ve (birbirlerine) şöyle dediler: “Sakın kendi ilâhlarınızı (putlarınızı) bırakmayın. Ve Vedd’i, Suvâa’yı, Yagûs’u ve Yaûka’yı ve Nesra’yi sakın terk etmeyin.
-Dediler-hayır-Çıkarmak-Senin Tanrın-HAYIR-Çıkarmak-Di-HAYIR--HAYIR---
وَقَدْ أَضَلُّوا كَثِيرًا وَلَا تَزِدِ الظَّالِمِينَ إِلَّا ضَلَالًا
Ve kad edallû kesîrâ(kesîran), ve lâ tezidiz zâlimîne illâ dalâlâ(dalâlen)
Ve (böylece) pekçoğunu dalâlette bırakmış oldular. Ve (Nuh A.S): “Zalimlerin, dalâletten başka bir şeyini artırma (zalimlerin, sapıklıklarını artır).
-Ve öyleydi-Teslimat-çok fazla-HAYIR-Daha fazla al-Haksızlık-meğer ki-
مِمَّا خَطِيئَاتِهِمْ أُغْرِقُوا فَأُدْخِلُوا نَارًا فَلَمْ يَجِدُوا لَهُم مِّن دُونِ اللَّهِ أَنصَارًا
Mimmâ hatîâtihim ugrikû fe udhılû nâran fe lem yecıdû lehum min dûnillâhi ensârâ(ensâran)
Onlar hatalarından (büyük günahlarından) dolayı boğuldular. Sonra ateşe sokuldular. Artık kendileri için, Allah’tan başka bir yardımcı bulamadılar
-Hariç-Onların günahı-Aptalca-Öyleyse girin-Ateş-film-Buldular-onlar için-itibaren-Olmadan-Allah-
وَقَالَ نُوحٌ رَّبِّ لَا تَذَرْ عَلَى الْأَرْضِ مِنَ الْكَافِرِينَ دَيَّارًا
Ve kâle nûhun rabbi lâ tezer alâl ardı minel kâfirîne deyyârâ(deyyâran)
Ve Hz. Nuh: “Rabbim, yeryüzünde kâfirlerden dolaşan bir kimse bırakma.” dedi
-Ve Dediki-Nuh-Kral-hayır-Temizlemek-üzerine-Dünya-itibaren-İkizler-
إِنَّكَ إِن تَذَرْهُمْ يُضِلُّوا عِبَادَكَ وَلَا يَلِدُوا إِلَّا فَاجِرًا كَفَّارًا
İnneke in tezerhum yudıllû ıbâdeke ve lâ yelidû illâ fâciran keffârâ(keffâran)
Muhakkak ki eğer Sen, onları (yeryüzünde) bırakırsan, Senin kullarını dalâlete düşürürler ve facir kâfirden başka (evlât) doğurmazlar
-Sen-O-Onları temizle-Yanıltılar-İbadetiniz-HAYIR--meğer ki--Kâfir
رَبِّ اغْفِرْ لِي وَلِوَالِدَيَّ وَلِمَن دَخَلَ بَيْتِيَ مُؤْمِنًا وَلِلْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ وَلَا تَزِدِ الظَّالِمِينَ إِلَّا تَبَارًا
Rabbigfirlî ve li vâlideyye ve li men dehale beytiye mu’minen ve lil mu’minîne vel mu’minât(mu’minâti) ve lâ tezidiz zâlimîne illâ tebârâ(tebâran)
Rabbim, beni, annemi, babamı ve evime mü’min olarak girenleri ve mü’min kadınları ve mü’min erkekleri mağfiret et. Zalimlere helâkından başka bir şeyi artırma
-Kral-Affetmek-Benim için-Ve ebeveynler için-Ve kim-Girmek-benim evim-Bir Mümin-Ve inananlar için-Ve inananlar-HAYIR-Daha fazla al-Haksızlık-meğer ki-