KUR'AN-I KERİM VE TÜRKÇE MEALİ

Sadece bir ayeti dinlemek için ayet sayısı yazan simgesine de dokunabilirsiniz!
Toplam : Ayet, Okunan :
سَأَلَ سَائِلٌ بِعَذَابٍ وَاقِعٍ
Seele sâilun bi azâbin vâkıın
Talep sahibi birisi, vuku bulacak vakayı (azabı) istedi
-Diye sordu-sıvı-İşkence ile-gerçeklik
لِّلْكَافِرينَ لَيْسَ لَهُ دَافِعٌ
Lil kâfirîne leyse lehu dâfiun
Kâfirler için, onu geri çevirecek kimse yoktur
-İkmazeler için-Olumsuz-onun için-
مِّنَ اللَّهِ ذِي الْمَعَارِجِ
Minallâhi zîl meâric(meârici)
(O azap), mearic (yüksekliklerin, yüksek derecelerin) sahibi Allah tarafındandır
-itibaren-Allah-Karartma-
تَعْرُجُ الْمَلَائِكَةُ وَالرُّوحُ إِلَيْهِ فِي يَوْمٍ كَانَ مِقْدَارُهُ خَمْسِينَ أَلْفَ سَنَةٍ
Ta'rucul melâiketu ver rûhu ileyhi fî yevmin kâne mikdaruhu hamsîne elfe senetin
Melekler ve ruh, O’na, süresi elli bin yıl olan bir günde yükselir
-İlgili-Melekler-Ve ruh-mekanizma-içinde-gün-O öyleydi---bin-yıl
فَاصْبِرْ صَبْرًا جَمِيلًا
Fasbir sabran cemîlâ(cemîlen)
Artık güzel bir sabırla sabret
-Sabırlı ol-Sabır-
إِنَّهُمْ يَرَوْنَهُ بَعِيدًا
İnnehum yeravnehu baîdâ(baîden)
Muhakkak ki onlar, onu (kâfirler için vuku bulacak azabı), uzak (bir ihtimal) olarak görüyorlar
-onlar ki-Görüyorlar-
وَنَرَاهُ قَرِيبًا
Ve nerâhu karîbâ(karîben)
Ve Biz, onu yakın olarak görüyoruz
-Ve görüyoruz-neredeyse
يَوْمَ تَكُونُ السَّمَاء كَالْمُهْلِ
Yevme tekûnus semâu kel muhli
O gün (azap günü) gökyüzü, erimiş maden gibi olacak
-gün-Olmak-gökyüzü-Gibi
وَتَكُونُ الْجِبَالُ كَالْعِهْنِ
Ve tekûnul cibâlu kel ıhni
Ve dağlar (atılmış) rengârenk yün parçaları gibi olacak
-Ve olmak-Jabal-Beğenmek
وَلَا يَسْأَلُ حَمِيمٌ حَمِيمًا
Ve lâ yes’elu hamîmun hamîmâ(hamîmen)
Ve (o gün) hiçbir dost, başka bir dostu sormaz
-HAYIR-Sorar-samimi-Övmek
يُبَصَّرُونَهُمْ يَوَدُّ الْمُجْرِمُ لَوْ يَفْتَدِي مِنْ عَذَابِ يَوْمِئِذٍ بِبَنِيهِ
Yubassarûnehum yeveddul mucrimu lev yeftedî min azâbi yevmi izin bi benîhi
Onlar birbirlerine gösterilirler, günahkâr olan izin günü, azaptan kurtulmak için, oğullarını fidye olarak verebilmeyi temenni eder
-Onları görüyorlar-Yed-Adli-eğer-Kurtuldu-itibaren-işkence-Daha sonra-
وَصَاحِبَتِهِ وَأَخِيهِ
Ve sâhıbetihî ve ahîhi
Kendi eşini ve kardeşini
-Ve onun arkadaşı-Ve benim erkek kardeşim
وَفَصِيلَتِهِ الَّتِي تُؤْويهِ
Ve fasîletihilletî tu’vîhi
Ve kendisini barındıran aşiretini
-Ve onun ayrılması-O-
وَمَن فِي الْأَرْضِ جَمِيعًا ثُمَّ يُنجِيهِ
Ve men fîl ardı cemî’an summe yuncîhi
Ve yeryüzünde kim varsa hepsini (versin de), sonra kendisini kurtarsın
-Ve-içinde-Dünya-Tüm-Daha sonra-
كَلَّا إِنَّهَا لَظَى
Kellâ, innehâ lezâ
Hayır, asla! Muhakkak ki o (kurtulmak istediği), alev alev yanan ateştir
-ikisi birden-o-
نَزَّاعَةً لِّلشَّوَى
Nezzâaten liş şevâ
(O ateş), baş derisini yakıp kavurucudur
-Anlaşmazlık-Lohoom
تَدْعُو مَنْ أَدْبَرَ وَتَوَلَّى
Ted’û men edbera ve tevellâ
Kim arkasını döner ve (îmândan) yüz çevirirse onu çağırır
-Arama-itibaren-Edebar-Baktı
وَجَمَعَ فَأَوْعَى
Ve cemea fe ev’â
Ve (mal, servet) toplayıp, sonra da onu biriktireni
-Ve bütün-Bu yüzden farkındaydım
إِنَّ الْإِنسَانَ خُلِقَ هَلُوعًا
İnnel insâne hulika helûâ(helûan)
Muhakkak ki insan, sabırsız ve tamahkâr olarak yaratıldı
-O-İnsan-Yaratmak-
إِذَا مَسَّهُ الشَّرُّ جَزُوعًا
İzâ messehuş şerru cezûâ(cezûan)
Kendisine bir şer dokununca feryat edicidir
-eğer-Ona dokundu-Fenalık-
وَإِذَا مَسَّهُ الْخَيْرُ مَنُوعًا
Ve izâ messehul hayru menûâ(menûan)
Ve kendisine bir hayır dokunduğu zaman cimrilik edendir
-Eğer-Ona dokundu-İyi-
إِلَّا الْمُصَلِّينَ
İllâl musallîn(musallîne)
Namaz kılanlar hariç
-meğer ki-İbadet edenler
الَّذِينَ هُمْ عَلَى صَلَاتِهِمْ دَائِمُونَ
Ellezîne hum alâ salâtihim dâimûn(dâimûne)
Onlar namazlarına devam edenlerdir
-Kimin-Onlar-üzerine-Dua ettiler-
وَالَّذِينَ فِي أَمْوَالِهِمْ حَقٌّ مَّعْلُومٌ
Vellezîne fî emvâlihim hakkun ma’lûm(ma’lûmun)
Ve onlar, mallarında belirli bir hak bulunanlardır
-Ve kim-içinde-Onların parası-Sağ-
لِّلسَّائِلِ وَالْمَحْرُومِ
Lis sâili vel mahrûm(mahrûmi)
İsteyenler ve mahrum olanlar için
-Araçlar için-Ve depo
وَالَّذِينَ يُصَدِّقُونَ بِيَوْمِ الدِّينِ
Vellezîne yusaddikûne bi yevmid dîn(dîni)
Ve onlar ki, dîn gününü tasdik ederler
-Ve kim-İnanıyorlar-Bugün-Borç
وَالَّذِينَ هُم مِّنْ عَذَابِ رَبِّهِم مُّشْفِقُونَ
Vellezîne hum min azâbi rabbihim muşfikûn(muşfikûne)
Ve onlar, Rab’lerinin azabından korkanlardır
-Ve kim-Onlar-itibaren-işkence-Onların Rabbi-Ajanlar
إِنَّ عَذَابَ رَبِّهِمْ غَيْرُ مَأْمُونٍ
İnne azâbe rabbihim gayru me’mûn(me’mûnin)
Muhakkak ki onların Rabbinin azabı, gayri memundur (ondan emin olunamaz)
-O-işkence-Onların Rabbi-Olumsuz-
وَالَّذِينَ هُمْ لِفُرُوجِهِمْ حَافِظُونَ
Vellezîne hum li furûcihim hâfizûn(hâfizûne)
Ve onlar, ırzlarını muhafaza edenlerdir
-Ve kim-Onlar-Promosyonları için-
إِلَّا عَلَى أَزْوَاجِهِمْ أَوْ مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُهُمْ فَإِنَّهُمْ غَيْرُ مَلُومِينَ
İllâ alâ ezvâcihim ev mâ meleket eymânuhum fe innehum gayru melûmîn(melûmîne)
Zevcelerine ve ellerinin arasında sahip olduklarına (cariyelerine karşı durumları) hariç. Çünkü muhakkak ki onlar, kınanmış değildir
-meğer ki-üzerine-Onların karıları-veya-Ne-Malik-İnançları-Bunlar-Olumsuz-
فَمَنِ ابْتَغَى وَرَاء ذَلِكَ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْعَادُونَ
Fe menibtegâ verâe zâlike fe ulâike humul âdûn(âdûne)
Artık kim bunun arkasını ararsa (fazlasını isterse), o taktirde işte onlar; onlar haddi aşmış olanlardır
-Kim-Çıktı-arka-O-Onlar-Onlar-
وَالَّذِينَ هُمْ لِأَمَانَاتِهِمْ وَعَهْدِهِمْ رَاعُونَ
Vellezîne hum li emânâtihim ve ahdihim râûn(râûne)
Ve onlar emanetlerine ve ahdlerine riayet edenlerdir
-Ve kim-Onlar-Onların güvenliği için--
وَالَّذِينَ هُم بِشَهَادَاتِهِمْ قَائِمُونَ
Vellezîne hum bi şehâdâtihim kâimûn(kâimûne)
Ve onlar, şahitliklerinde kaim olanlardır (şahitliğe devam edenler)
-Ve kim-Onlar-İfadelerinde-
وَالَّذِينَ هُمْ عَلَى صَلَاتِهِمْ يُحَافِظُونَ
Vellezîne hum alâ salâtihim yuhâfizûn(yuhâfizûne)
Ve onlar, namazlarını muhafaza edenlerdir (devamlı kılanlardır)
-Ve kim-Onlar-üzerine-Dua ettiler-
أُوْلَئِكَ فِي جَنَّاتٍ مُّكْرَمُونَ
Ulâike fî cennâtin mukramûn(mukramûne)
İşte onlar, cennetlerde ikram olunan kimselerdir
-Onlar-içinde-Cennet-
فَمَالِ الَّذِينَ كَفَرُوا قِبَلَكَ مُهْطِعِينَ
Fe mâ lillezîne keferû kıbeleke muhtıîn(muhtıîne)
İnkâr edenler, şimdi niçin senin tarafına doğru hızla koşar oldular
-Mala-Kimin-İfade etmek-senden önce-Ova
عَنِ الْيَمِينِ وَعَنِ الشِّمَالِ عِزِينَ
Anil yemîni ve aniş şimâli ızîn(ızîne)
Sağdan ve soldan dağınık gruplar halinde
-Açık-Sağ-Ve hakkında-Kuzey-
أَيَطْمَعُ كُلُّ امْرِئٍ مِّنْهُمْ أَن يُدْخَلَ جَنَّةَ نَعِيمٍ
E yatmeu kullumriin minhum en yudhale cennete naîm(naîmin)
Onlardan hepsi Naîm cennetine sokulacağını mı umuyor
-Dikkate almak-Tümü-Arayan-onlar kim-O-Girişmek-cennet-
كَلَّا إِنَّا خَلَقْنَاهُم مِّمَّا يَعْلَمُونَ
Kellâ, innâ halaknâhum mimmâ ya’lemûn(ya’lemûne)
Hayır, asla! Muhakkak ki Biz, onları bildikleri şeyden yarattık
-ikisi birden-BEN-Onları yarattık-Hariç-Biliyorlar
فَلَا أُقْسِمُ بِرَبِّ الْمَشَارِقِ وَالْمَغَارِبِ إِنَّا لَقَادِرُونَ
Fe lâ, uksimu bi rabbil meşârikı vel megâribi innâ le kâdirûn(kâdirûne)
Artık hayır (öyle değil). Doğuların ve batıların Rabbine yemin ederim. Muhakkak ki Biz, elbette kaadiriz (öyle ki)
-HAYIR-yemin ederim-Haham-Mashrq--BEN-
عَلَى أَن نُّبَدِّلَ خَيْرًا مِّنْهُمْ وَمَا نَحْنُ بِمَسْبُوقِينَ
Alâ en nubeddile hayran minhum ve mâ nahnu bi mesbûkîn(mesbûkîne)
Onlardan daha hayırlısı ile değiştirmeye (onların yerine getirmeye)! Ve Biz, önüne geçilebilecek (engellenebilecek) değiliz
-üzerine-O-Değiştiriyoruz-İyi-onlar kim-gesticülat-Biz-
فَذَرْهُمْ يَخُوضُوا وَيَلْعَبُوا حَتَّى يُلَاقُوا يَوْمَهُمُ الَّذِي يُوعَدُونَ
Fe zerhum yahûdû ve yel’abû hattâ yulâkû yevme humullezî yûadûn(yûadûne)
Artık onları terket, vaadolundukları güne kavuşuncaya kadar dalsınlar ve oynasınlar
-Yani onların girişimi-Geçiyorlar-Ve oynarlar-değin-Onlar karşılanıyor-Onlar günü-O-Söz veriliyorlar
يَوْمَ يَخْرُجُونَ مِنَ الْأَجْدَاثِ سِرَاعًا كَأَنَّهُمْ إِلَى نُصُبٍ يُوفِضُونَ
Yevme yahrucûne minel ecdâsi sirâan ke ennehum ilâ nusubin yûfidûn(yûfidûne)
Kabirlerinden süratle çıkacakları gün, sanki onlar bir hedefe koşuyor gibidir
-gün-Çıkıyorlar-itibaren-Olaylar-Şaşırtıcı bir şekilde-Güya-ile-Kurmak-
خَاشِعَةً أَبْصَارُهُمْ تَرْهَقُهُمْ ذِلَّةٌ ذَلِكَ الْيَوْمُ الَّذِي كَانُوا يُوعَدُونَ
Hâşi’aten ebsâruhum terhekuhum zilletun, zâlikel yevmullezî kânû yûadûn(yûadûne)
Onların bakışları korkulu bir haldedir, onları bir zillet kaplar. İşte bu, onların vaadolundukları gündür
-Bakmak-Onların görme yeteneği-Onları Kaldır-İnsanlık-O-Bugün-O-onlar-Söz veriliyorlar