الْحَاقَّةُ
El hâkkatu
Hakikat (vuku bulması gerçek olan)
-Doğru
مَا الْحَاقَّةُ
Mâl hâkkatu
Hakikat (gerçek) olan (vuku bulacağı mutlak olan) nedir
-Ne-Doğru
وَمَا أَدْرَاكَ مَا الْحَاقَّةُ
Ve mâ edrâke mâl hâkkatu
Ve hakikat olanın (vuku bulacak olanın) ne olduğunu sana bildiren nedir
-gesticülat-Seni biliyorum-Ne-Doğru
كَذَّبَتْ ثَمُودُ وَعَادٌ بِالْقَارِعَةِ
Kezzebet semûdu ve âdun bil kâriati
Karia’yı (korkunç olayı) Semud ve Ad (kavmi) yalanladılar
-O yalan söyledi-Thamoud-Ve dönüş-
فَأَمَّا ثَمُودُ فَأُهْلِكُوا بِالطَّاغِيَةِ
Fe emmâ semûdu fe uhlikû bit tâgıyeti
Fakat bu sebeple Semud (kavmi) azgın (çok şiddetli) bir azapla helâk edildi
-Gelince-Thamoud-Yani onlar-
وَأَمَّا عَادٌ فَأُهْلِكُوا بِرِيحٍ صَرْصَرٍ عَاتِيَةٍ
Ve emmâ âdun fe uhlikû bi rîhın sarsarin âtîyetin
Ve amma, Ad (kavmi) ise (o da) bu sebeple şiddetli dondurucu, azgın esen bir fırtına ile helâk edildi
-Veya-geri döndü-Yani onlar-Uyumak--
سَخَّرَهَا عَلَيْهِمْ سَبْعَ لَيَالٍ وَثَمَانِيَةَ أَيَّامٍ حُسُومًا فَتَرَى الْقَوْمَ فِيهَا صَرْعَى كَأَنَّهُمْ أَعْجَازُ نَخْلٍ خَاوِيَةٍ
Sahharahâ aleyhim seb’a leyâlin ve semâniyete eyyâmin husûmen fe terâl kavme fîhâ sar’â ke ennehum a’câzu nahlin hâviyetin
(Allah), onu (fırtınayı) ardarda, 7 gece, 8 gün onların üzerine musallat etti. Bundan sonra o kavmi orada, içi boş hurma ağacı kütükleri gibi yerlere serilmiş görürsün
-Onun alay konusu-onlar üzerinde-Yedi-Geceler-Sekizinci-günler-İyi-O gördü-İnsanlar-Hangi--Güya-Ajaz--Khawiya
فَهَلْ تَرَى لَهُم مِّن بَاقِيَةٍ
Fe hel terâ lehum min bâkıyetin
Artık onlara ait bir bakiye (geriye kalan bir şey) var mı, görüyor musun
-Bu yüzden-Görmek-onlar için-itibaren-Geri kalan
وَجَاء فِرْعَوْنُ وَمَن قَبْلَهُ وَالْمُؤْتَفِكَاتُ بِالْخَاطِئَةِ
Ve câe fir’avnu ve men kablehu vel mu’tefikâtu bil hâtıeti
Ve firavun ve ondan öncekiler ve şehirleri alt üst olan kimseler o büyük hata ile geldiler (kıyâmeti, hesap vermeyi, ceza görmeyi inkâr etmişlerdi)
-Geldi-Firavun-Ve-Öpücük--
فَعَصَوْا رَسُولَ رَبِّهِمْ فَأَخَذَهُمْ أَخْذَةً رَّابِيَةً
Fe asav resûle rabbihim fe ehazehum ahzeten râbiyeten
Böylece, Rab’lerinin Resûl’üne isyan ettiler. Bunun üzerine onları şiddetli bir yakalamayla yakaladı
-İhtiyaç duymadılar-haberci-Onların Rabbi-Öyleyse al--
إِنَّا لَمَّا طَغَى الْمَاء حَمَلْنَاكُمْ فِي الْجَارِيَةِ
İnnâ lemmâ tagâl mâu hamelnâkum fîl câriyeti
Muhakkak ki (tufanda) su taştığı zaman, sizi (akıp giden) gemide Biz taşıdık
-BEN-Ne zaman-Glory ol-su--içinde-
لِنَجْعَلَهَا لَكُمْ تَذْكِرَةً وَتَعِيَهَا أُذُنٌ وَاعِيَةٌ
Li nec’alehâ lekum tezkiraten ve teıyehâ uzunun vâıyetun
Onu sizin için bir ibret kılalım ve işiten kulaklar onu bellesin diye
-Hadi yapalım-sana-Bir bilet-Ve bunun farkında-izin-
فَإِذَا نُفِخَ فِي الصُّورِ نَفْخَةٌ وَاحِدَةٌ
Fe izâ nufiha fîs sûri nefhatun vâhıdetun
Artık sur’a tek bir üfleyişle üflendiği zaman
-Bu yüzden-Şişirme-içinde-Resimler--bir
وَحُمِلَتِ الْأَرْضُ وَالْجِبَالُ فَدُكَّتَا دَكَّةً وَاحِدَةً
Ve humiletil ardu vel cibâlu fe dukketâ dekketen vâhıdeten
Ve yeryüzü (arz) ve dağlar yerlerinden kaldırılıp, tek bir çarpışla parçalandığı zaman
-Ve sen hamilesin-Dünya-Ve dağlar-Yıkıldım--bir
فَيَوْمَئِذٍ وَقَعَتِ الْوَاقِعَةُ
Fe yevme izin vakaatil vâkıatu
İşte izin günü, o vakıa (büyük olay) vuku bulmuştur
-E sonra-Olmuş-
وَانشَقَّتِ السَّمَاء فَهِيَ يَوْمَئِذٍ وَاهِيَةٌ
Venşakkatis semâu fe hiye yevme izin vâhiyetun
Ve sema yarılmıştır. Artık o, izin günü zaafa uğramıştır (dengesi bozulmuştur)
-Ve üzgündüm-gökyüzü-Bu-Daha sonra-
وَالْمَلَكُ عَلَى أَرْجَائِهَا وَيَحْمِلُ عَرْشَ رَبِّكَ فَوْقَهُمْ يَوْمَئِذٍ ثَمَانِيَةٌ
Vel meleku alâ ercâihâ, ve yahmilu arşe rabbike fevkahum yevme izin semâniyetun
Ve o melek, onun (göğün) çevresi üzerindedir. Ve izin günü Rabbinin arşını üstlerinde taşıyanların sayısı sekizdir
-Ve kral-üzerine-Onun umudu-Ve taşıyor-taht-Rabbin-Onlar onlar-Daha sonra-sekiz
يَوْمَئِذٍ تُعْرَضُونَ لَا تَخْفَى مِنكُمْ خَافِيَةٌ
Yevme izin tu’radûne lâ tahfâ minkum hâfiyetun
İzin günü (Rabbinize) arz olunacaksınız. Sizden (size ait hiçbir şey) sır olarak gizli kalmaz
-Daha sonra-Maruz kalıyorlar-hayır-Korku-Sen-
فَأَمَّا مَنْ أُوتِيَ كِتَابَهُ بِيَمِينِهِ فَيَقُولُ هَاؤُمُ اقْرَؤُوا كِتَابِيهْ
Fe emmâ men ûtiye kitâbehu bi yemînihî fe yekûlu hâumukraû kitâbiyeh
O zaman kitabı (hayat filmi) sağından verilen kimse ise o zaman: “Alınız, kitabımı okuyun.” der
-Gelince-itibaren-Kaçırdım-yazı-Onun sağında-Diyor---
إِنِّي ظَنَنتُ أَنِّي مُلَاقٍ حِسَابِيهْ
İnnî zanentu ennî mulâkın hısâbiyeh
Muhakkak ki ben, hesabıma mülâki olacağımı (hesabımla karşılaşacağımı) biliyordum
-ben-düşündüm-ben--
فَهُوَ فِي عِيشَةٍ رَّاضِيَةٍ
Fe huve fî îşetin râdıyetin
İşte o razı olduğu bir yaşayış içindedir
-Bu-içinde-Canlı-Azaltmak
فِي جَنَّةٍ عَالِيَةٍ
Fî cennetin âliyetin
Onlar yüksek bir cennettedirler
-içinde-cennet-
قُطُوفُهَا دَانِيَةٌ
Kutûfuhâ dâniyetun
Onun olgunlaşmış meyveleri yakınlaşmış (aşağı sarkmış) durumdadır
-Pamuğu-Din
كُلُوا وَاشْرَبُوا هَنِيئًا بِمَا أَسْلَفْتُمْ فِي الْأَيَّامِ الْخَالِيَةِ
Kulû veşrabû henîen bimâ esleftum fîl eyyâmil hâliyeti
Geçmiş günlerde yapmış olduğunuz şeyler sebebiyle (mükâfat olarak) afiyetle yeyin ve için
-Yemek yemek-Ve içmek-Tebrikler-Ne-İndin-içinde-Günler-
وَأَمَّا مَنْ أُوتِيَ كِتَابَهُ بِشِمَالِهِ فَيَقُولُ يَا لَيْتَنِي لَمْ أُوتَ كِتَابِيهْ
Ve emmâ men ûtiye kitâbehu bi şimâlihî fe yekûlu yâ leytenî lem ûte kitâbiyeh
Ve kitabı (hayat filmi) solundan verilen kimse ise o zaman: “Keşke bana kitabım verilmeseydi.” der
-Veya-itibaren-Kaçırdım-yazı-Onun ile-Diyor-Hey-Dilek-yapmadım--
وَلَمْ أَدْرِ مَا حِسَابِيهْ
Ve lem edri mâ hısâbiyeh
Ve hesabımın ne olduğunu bilmeseydim
-Ve yok-Biliyorum-Ne-
يَا لَيْتَهَا كَانَتِ الْقَاضِيَةَ
Yâ leytehâ kânetil kâdiyete
Keşke o (ölünce hayatım) bitmiş olsaydı
-Hey-O değil-O idi-
مَا أَغْنَى عَنِّي مَالِيهْ
Mâ agnâ annî mâliyeh
Malım bana bir fayda vermedi
-Ne-şarkı söylerim-Benim hakkımda-
هَلَكَ عَنِّي سُلْطَانِيهْ
Heleke annî sultâniyeh
Benim saltanatım (mal gücüm) helâk oldu
-Yani-Benim hakkımda-
خُذُوهُ فَغُلُّوهُ
Huzûhu fe gullûhu
Onu tutun, sonra da onu bağlayın (kelepçeleyin)
-Alev almak-Yani abartı yapıyorlar
ثُمَّ الْجَحِيمَ صَلُّوهُ
Summel cahîme sallûhu
Sonra onu alevli ateşe (cehenneme) atın
-Daha sonra-Cehennem-
ثُمَّ فِي سِلْسِلَةٍ ذَرْعُهَا سَبْعُونَ ذِرَاعًا فَاسْلُكُوهُ
Summe fî silsiletin zer’uhâ seb’ûne zirâan feslukûhu
Sonra uzunluğu yetmiş arşın (zira) olan bir zincir içinde, öylece onu (cehenneme) sevkedin
-Daha sonra-içinde-seri-Ruloları---
إِنَّهُ كَانَ لَا يُؤْمِنُ بِاللَّهِ الْعَظِيمِ
İnnehu kâne lâ yu’minu billâhil azîm(azîmi)
Muhakkak ki o, Azîm olan Allah’a inanmıyordu (îmân etmiyordu)
-o-O öyleydi-hayır-İnanmak-Tanrı-
وَلَا يَحُضُّ عَلَى طَعَامِ الْمِسْكِينِ
Ve lâ yahuddu alâ taâmil miskîn(miskîni)
Ve yoksullara yemek vermeye teşvik etmiyordu
-HAYIR-Çağrılır-üzerine-Yemekler-
فَلَيْسَ لَهُ الْيَوْمَ هَاهُنَا حَمِيمٌ
Fe leyse lehul yevme hâhunâ hamîm(hamîmun)
Artık o gün, onun burada yakın bir dostu yoktur
-O değil-onun için-Bugün--samimi
وَلَا طَعَامٌ إِلَّا مِنْ غِسْلِينٍ
Ve lâ taâmun illâ min gıslîn(gıslînin)
Ve kanlı irinden başka bir yemek yoktur
-HAYIR-Yemekler-meğer ki-itibaren-
لَا يَأْكُلُهُ إِلَّا الْخَاطِؤُونَ
Lâ ye’kuluhu illâl hâtiûn(hâtiûne)
Onu günahkârlardan başkası yemez
-hayır-Yiyor-meğer ki-
فَلَا أُقْسِمُ بِمَا تُبْصِرُونَ
Fe lâ, uksımu bima tubsırûn(tubsırûne)
Artık hayır, gördüğünüz şeylere yemin ederim
-HAYIR-yemin ederim-Ne-
وَمَا لَا تُبْصِرُونَ
Ve mâ lâ tubsırûn(tubsırûne)
Ve görmediğiniz şeylere de (yemin ederim)
-gesticülat-hayır-
إِنَّهُ لَقَوْلُ رَسُولٍ كَرِيمٍ
İnnehu le kavlu resûlun kerîmin
Muhakkak ki o, gerçekten Kerim Resûl’ün sözüdür
-o-Dedi-haberci-
وَمَا هُوَ بِقَوْلِ شَاعِرٍ قَلِيلًا مَا تُؤْمِنُونَ
Ve mâ huve bi kavli şâirin, kalîlin mâ tu’minûn(tu’minûne)
O bir şairin sözü değildir. Ne kadar az îmân ediyorsunuz
-gesticülat-O-Diyerek-Bir Şair-hafifçe-Ne-İnan
وَلَا بِقَوْلِ كَاهِنٍ قَلِيلًا مَا تَذَكَّرُونَ
Ve lâ bi kavli kâhinin, kalîlen mâ tezekkerûn(tezekkerûne)
Ve bir kâhinin de sözü değildir. Ne kadar az tezekkür ediyorsunuz
-HAYIR-Diyerek-rahip-hafifçe-Ne-Hatırlarsın
تَنزِيلٌ مِّن رَّبِّ الْعَالَمِينَ
Tenzîlun min rabbil âlemîn(âlemîne)
Âlemlerin Rabbi tarafından indirilmiştir
-indirmek-itibaren-Kral-
وَلَوْ تَقَوَّلَ عَلَيْنَا بَعْضَ الْأَقَاوِيلِ
Ve lev tekavvele aleynâ ba’dal ekâvîl(ekâvîli)
Ve eğer, bazı sözleri Bize karşı uydurmuş olsaydı
-Değilse-Diyor-Biz-bazı-
لَأَخَذْنَا مِنْهُ بِالْيَمِينِ
Le ehaznâ minhu bil yemîn(yemîni)
Elbette onu sağından tutup alırdık (yakalardık)
-Alalım-ondan-
ثُمَّ لَقَطَعْنَا مِنْهُ الْوَتِينَ
Summe le kata’nâ minhul vetîn(vetîne)
Sonra mutlaka onun can damarını keserdik
-Daha sonra-Bizi kestik-ondan-
فَمَا مِنكُم مِّنْ أَحَدٍ عَنْهُ حَاجِزِينَ
Fe mâ minkum min ehadin anhu hâcizîn(hâcizîne)
Ayrıca sizden hiçbiriniz ondan men edici olamaz (buna mani olamaz)
-Bu yüzden-Sen-itibaren-Bir-onun hakkında-
وَإِنَّهُ لَتَذْكِرَةٌ لِّلْمُتَّقِينَ
Ve innehu le tezkiratun lil muttakîn(muttakîne)
Ve muhakkak ki O (Kur’ân), gerçekten muttakiler (takva sahipleri) için bir öğüttür
-Ve budur-Hatırlamak-Doğrular için
وَإِنَّا لَنَعْلَمُ أَنَّ مِنكُم مُّكَذِّبِينَ
Ve innâ le na’lemu enne minkum mukezzibîn(mukezzibîne)
Ve muhakkak ki Biz, sizden (içinizde) tekzip edenler olduğunu (yalanlayanları) elbette biliyoruz
-Ve ben-Bilmelim-O-Sen-
وَإِنَّهُ لَحَسْرَةٌ عَلَى الْكَافِرِينَ
Ve innehu le hasratun alâl kâfirîn(kâfirîne)
Ve muhakkak ki O (Kur’ân), kâfirlere elbette hasrettir
-Ve budur-Bakan-üzerine-İkizler
وَإِنَّهُ لَحَقُّ الْيَقِينِ
Ve innehu le hakk'ul yakîn(yakîni)
Ve muhakkak ki; O (Kur’ân), gerçekten Hakk’ul yakîn’dir (kesin olarak Hakk’ı bilmektir)
-Ve budur-Bir gerçek-
فَسَبِّحْ بِاسْمِ رَبِّكَ الْعَظِيمِ
Fe sebbıh bismi rabbikel azîm(azîmi)
O halde Rabbini “Azîm” ismiyle tesbih et
-Övmek-Ayı-Rabbin-