KUR'AN-I KERİM VE TÜRKÇE MEALİ

Sadece bir ayeti dinlemek için ayet sayısı yazan simgesine de dokunabilirsiniz!
Toplam : Ayet, Okunan :
ن وَالْقَلَمِ وَمَا يَسْطُرُونَ
Nûn vel kalemi ve mâ yesturûn(yesturûne)
Nûn. Kaleme ve satır satır yazdıklarına andolsun
-N-Ve kalem-gesticülat-
مَا أَنتَ بِنِعْمَةِ رَبِّكَ بِمَجْنُونٍ
Mâ ente bi ni’meti rabbike bi mecnûn(mecnûnin)
Rabbinin ni’meti ile sen mecnun değilsin
-Ne-Sen-Yasaklama-Rabbin-
وَإِنَّ لَكَ لَأَجْرًا غَيْرَ مَمْنُونٍ
Ve inne leke le ecran gayra memnûn(memnûnin)
Ve muhakkak ki senin için, elbette kesintisi olmayan mükâfat vardır
-ve şu-senin için-Ücret-Olumsuz-
وَإِنَّكَ لَعَلى خُلُقٍ عَظِيمٍ
Ve inneke le alâ hulukın azîm(azîmin)
Ve muhakkak ki sen, mutlaka çok büyük bir ahlâk üzeresin
-Peki sen-Bana göre-Yaratmak-Harika
فَسَتُبْصِرُ وَيُبْصِرُونَ
Fe se tubsıru ve yubsırûn(yubsırûne)
Artık yakında sen göreceksin ve onlar da görecekler
-Yani görüyorsun-Ve görüyorlar
بِأَييِّكُمُ الْمَفْتُونُ
Bi eyyikumul meftûn(meftûnu)
Sizin hanginiz meftun (şaşkın)
-Keşke sana-Alan adı
إِنَّ رَبَّكَ هُوَ أَعْلَمُ بِمَن ضَلَّ عَن سَبِيلِهِ وَهُوَ أَعْلَمُ بِالْمُهْتَدِينَ
İnne rabbeke huve a’lemu bi men dalle an sebîlihî ve huve a’lemu bil muhtedîn(muhtedîne)
Muhakkak ki senin Rabbin; O, kim Kendi yolundan saptı, çok iyi bilir ve O hidayete ermiş olanları da çok iyi bilir
-O-Rabbin-O-Bilmek-Kiminle-Dhul-Açık-Onun yolu-ve o-Bilmek-
فَلَا تُطِعِ الْمُكَذِّبِينَ
Fe lâ tutııl mukezzibîn(mukezzibîne)
Öyleyse yalanlayanlara itaat etme
-HAYIR-Toplamak-
وَدُّوا لَوْ تُدْهِنُ فَيُدْهِنُونَ
Veddû lev tudhinu fe yudhinûn(yudhinûne)
Onlar senin müsamaha göstermeni temenni ettiler (istediler), o zaman onlar da müsamaha göstereceklerdi
-Ve onlar-eğer-Uygulanırlar-
وَلَا تُطِعْ كُلَّ حَلَّافٍ مَّهِينٍ
Ve lâ tutı’ kulle hallâfin mehîn(mehînin)
Lüzumsuz yere çok yemin edenlerin hiçbirine itaat etme
-HAYIR-Toplamak-Tümü--
هَمَّازٍ مَّشَّاء بِنَمِيمٍ
Hemmâzin meşşâin bi nemîm(nemîmin)
Devamlı kusur arayanlara, lâf taşıyanlara (itaat etme)
-Hamaz-Yürümek-
مَنَّاعٍ لِّلْخَيْرِ مُعْتَدٍ أَثِيمٍ
Mennâın lil hayri mu’tedin esîm(esîmin)
Hayrı devamlı engelleyenlere, haddi tecavüz eden günahkârlara (itaat etme)
-giriiş-Temelli olarak-saldırgan-
عُتُلٍّ بَعْدَ ذَلِكَ زَنِيمٍ
Utullin ba’de zâlike zenîm(zenîmin)
Kötülük yapan zorbalara, bundan başka haram yiyen günahkârlara (itaat etme)
-taşımak-sonraki-O-
أَن كَانَ ذَا مَالٍ وَبَنِينَ
En kâne zâ mâlin ve benîn(benîne)
Mallara ve oğullara sahip olmaları (sebebiyle onlara itaat etme)
-O-O öyleydi-O-para-Ve oğullar
إِذَا تُتْلَى عَلَيْهِ آيَاتُنَا قَالَ أَسَاطِيرُ الْأَوَّلِينَ
İzâ tutlâ aleyhi âyâtunâ kâle esâtîrul evvelîn(evvelîne)
Ona âyetlerimiz okunduğu zaman: “(Bunlar) evvelkilerin masalları.” dedi
-eğer-Okundu-onun üzerine-Ayetlerimiz-Dedi-Efsaneler-İlk iki
سَنَسِمُهُ عَلَى الْخُرْطُومِ
Se nesimuhu alâl hurtûm(hurtûmi)
Biz yakında onun burnu üzerine damga basacağız
-Biz onu arayacağız-üzerine-
إِنَّا بَلَوْنَاهُمْ كَمَا بَلَوْنَا أَصْحَابَ الْجَنَّةِ إِذْ أَقْسَمُوا لَيَصْرِمُنَّهَا مُصْبِحِينَ
İnnâ belevnâhum ke mâ belevnâ ashâbel cenneti, iz aksemû le yasrimunnehâ musbihîn(musbihîne)
Muhakkak ki Biz, onları belâya uğrattık. Bostan mahsulünü mutlaka, sabah erkenden (fakirlere göstermeden) devşirmek için yeminleşen bostan sahiplerini belâya uğrattığımız gibi
-BEN-Onları yırtmak-gibi-BUNA-Arkadaşlar-cennet-Bu yüzden-Bölmek--Dualar
وَلَا يَسْتَثْنُونَ
Ve lâ yestesnûn(yestesnûne)
Ve bir istisna yapmıyorlar
-HAYIR-Hariç tutulurlar
فَطَافَ عَلَيْهَا طَائِفٌ مِّن رَّبِّكَ وَهُمْ نَائِمُونَ
Fe tâfe aleyhâ tâifun min rabbike ve hum nâimûn(nâimûne)
Fakat onlar uyuyorken, Rabbin tarafından gönderilen bir afet onun (bostan mahsullerinin) üzerinde dolaştı
-Fateh-onun üzerinde-Bir sınıf-itibaren-Rabbin-yanılsama-
فَأَصْبَحَتْ كَالصَّرِيمِ
Fe asbahat kes sarîm(sarîmi)
Böylece (mahsul) simsiyah oldu (bahçe kara toprak gibi oldu)
-Bu yüzden oldum-İsraf gibi
فَتَنَادَوا مُصْبِحِينَ
Fe tenâdev musbihîn(musbihîne)
Nihayet sabah olunca birbirlerine seslendiler
-Yani çağrıldı-Dualar
أَنِ اغْدُوا عَلَى حَرْثِكُمْ إِن كُنتُمْ صَارِمِينَ
Enıg’dû alâ harsikum in kuntum sârımîn(sârımîne)
Eğer devşirecekseniz, tarlanıza sabah erken gidin
-O-Uyanmak-üzerine-Miransınız-O-Sen-
فَانطَلَقُوا وَهُمْ يَتَخَافَتُونَ
Fentalekû ve hum yetehâfetûn(yetehâfetûne)
Bundan sonra aralarında gizlice konuşarak (evden) ayrıldılar
-Böylece serbest bıraktılar-yanılsama-Korkuyorsun
أَن لَّا يَدْخُلَنَّهَا الْيَوْمَ عَلَيْكُم مِّسْكِينٌ
En lâ yedhulennehâl yevme aleykum miskîn(miskînun)
Sakın bugün oraya (bostana) sizin yanınıza bir yoksul girmesin
-O-hayır-Girin-Bugün-senin üzerinde-
وَغَدَوْا عَلَى حَرْدٍ قَادِرِينَ
Ve gadev alâ hardin kâdirîn(kâdirîne)
Ve (yoksulları) men etmeye güçleri yetecek (diye) sabah erkenden gittiler
-Ve baktılar-üzerine-somurtmak-Dörtlü
فَلَمَّا رَأَوْهَا قَالُوا إِنَّا لَضَالُّونَ
Fe lemmâ raevhâ kâlû innâ le dâllûn(dâllûne)
Fakat onu (bostanın halini) görünce: “Muhakkak ki biz, gerçekten dalâlette olan kimseleriz.” dediler
-Bu yüzden-Gördüler-Dediler-BEN-
بَلْ نَحْنُ مَحْرُومُونَ
Bel nahnu mahrûmûn(mahrûmûne)
Hayır, biz mahrum olan kimseleriz
-daha ziyade-Biz-
قَالَ أَوْسَطُهُمْ أَلَمْ أَقُل لَّكُمْ لَوْلَا تُسَبِّحُونَ
Kâle evsatuhum e lem ekul lekum lev lâ tusebbihûn(tusebbihûne)
Onların en makul düşüneni: “Ben, size eğer (Allah’ı) tesbih etmiyorsanız, olmaz (tesbih etmeniz gerekir) demedim mi?” dedi
-Dedi-Onlar onların arabulucusu-ağrı-az-sana-Değilse-
قَالُوا سُبْحَانَ رَبِّنَا إِنَّا كُنَّا ظَالِمِينَ
Kâlû subhâne rabbinâ innâ kunnâ zâlimîn(zâlimîne)
“Bizim Rabbimiz Sübhan’dır (yücedir, herşeyden münezzehtir). Muhakkak ki biz, zalim kimseler olduk.” dediler
-Dediler-Görkem-Efendimiz-BEN-Biz-
فَأَقْبَلَ بَعْضُهُمْ عَلَى بَعْضٍ يَتَلَاوَمُونَ
Fe akbele ba’duhum alâ ba’dın yetelâvemûn(yetelâvemûne)
Bunun üzerine birbirlerine, kınayarak karşılık verdiler
-Öyleyse kabul et-Bazıları-üzerine-bazı-
قَالُوا يَا وَيْلَنَا إِنَّا كُنَّا طَاغِينَ
Kâlû yâ veylenâ innâ kunnâ tâgîn(tâgîne)
Yazıklar olsun bize, muhakkak ki biz, haddi aşan kimseler olduk
-Dediler-Hey-Ve bize-BEN-Biz-
عَسَى رَبُّنَا أَن يُبْدِلَنَا خَيْرًا مِّنْهَا إِنَّا إِلَى رَبِّنَا رَاغِبُونَ
Asâ rabbunâ en yubdilenâ hayran minhâ innâ ilâ rabbinâ râgıbûn(râgıbûne)
Rabbimizin bize, onun yerine, ondan daha hayırlısını bedel olarak vermesi umulur. Muhakkak ki biz, Rabbimize rağbet eden kimseleriz
-Sormak-Efendimiz-O-Dikkat ediyoruz-İyi-Olan-BEN-ile-Efendimiz-
كَذَلِكَ الْعَذَابُ وَلَعَذَابُ الْآخِرَةِ أَكْبَرُ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ
Kezâlikel azâb(azâbu), ve le azâbul âhırati ekber(ekberu), lev kânû ya’lemûn(ya’lemûne)
Azap, işte böyledir ve ahiret azabı elbette daha büyüktür. Keşke bilselerdi
-bunun gibi-İşkence-Ve işkence-bundan sonra-En büyük-eğer-onlar-Biliyorlar
إِنَّ لِلْمُتَّقِينَ عِندَ رَبِّهِمْ جَنَّاتِ النَّعِيمِ
İnne lil muttakîne inde rabbihim cennâtin naîm(naîmi)
Muhakkak ki takva sahipleri için, Rab’lerinin yanında Naîm cennetleri vardır
-O-Doğrular için-Ne zaman-Onların Rabbi-Cennet-
أَفَنَجْعَلُ الْمُسْلِمِينَ كَالْمُجْرِمِينَ
E fe nec’alul muslimîne kel mucrimîn(mucrimîne)
İşte böyle, müslümanları (teslim olanları), mücrimler (suçlular) gibi kılar mıyız (bir tutar mıyız)
-Yapacak mısın-Müslümanlar-
مَا لَكُمْ كَيْفَ تَحْكُمُونَ
Mâ lekum, keyfe tahkumûn(tahkumûne)
Size ne oluyor? Nasıl hüküm veriyorsunuz
-Ne-sana-Nasıl-
أَمْ لَكُمْ كِتَابٌ فِيهِ تَدْرُسُونَ
Em lekum kitâbun fîhi tedrusûn(tedrusûne)
Yoksa sizin bir kitabınız var da ondan ders mi okuyorsunuz
-Anne-sana-kitap-içinde-
إِنَّ لَكُمْ فِيهِ لَمَا يَتَخَيَّرُونَ
İnne lekum fîhi lemâ tehayyerûn(tehayyerûne)
Gerçekten onun içinde (o kitapta) “beğenip seçtiğiniz şeyler mutlaka sizindir” (mi yazılı)
-O-sana-içinde-Ne zaman-
أَمْ لَكُمْ أَيْمَانٌ عَلَيْنَا بَالِغَةٌ إِلَى يَوْمِ الْقِيَامَةِ إِنَّ لَكُمْ لَمَا تَحْكُمُونَ
Em lekum eymânun aleynâ bâligatun ilâ yevmil kıyâmeti inne lekum le mâ tahkumûn(tahkumûne)
Yoksa sizin için kıyâmete kadar sürecek olan, üzerimizde yeminler mi var: “Ne hüküm verirseniz, o mutlaka sizindir (diye).
-Anne-sana-İnanç-Biz-Dil-ile-gün-Diriliş-O-sana-Ne zaman-
سَلْهُم أَيُّهُم بِذَلِكَ زَعِيمٌ
Sel hum eyyuhum bi zâlike zeîm(zeîmun)
Onlara sor: “Onların hangisi bunun savunucusudur?
-Selm-Ayham-Yani-
أَمْ لَهُمْ شُرَكَاء فَلْيَأْتُوا بِشُرَكَائِهِمْ إِن كَانُوا صَادِقِينَ
Em lehum şurakâu, felye’tû bi şurakâihim in kânû sâdikîn(sâdikîne)
Yoksa onların ortakları mı var? Öyleyse ortaklarını getirsinler, eğer doğru söyleyen kimse iseler
-Anne-onlar için-ortaklar-Bırak gelsinler-Ortaklıklarında-O-onlar-
يَوْمَ يُكْشَفُ عَن سَاقٍ وَيُدْعَوْنَ إِلَى السُّجُودِ فَلَا يَسْتَطِيعُونَ
Yevme yukşefu an sâkın ve yud’avne ilâs sucûdi fe lâ yestetîûn(yestetîûne)
Gerçeklerin açığa çıktığı gün, secde etmeye davet olunurlar. Fakat (secde etmeye) güçleri yetmez
-gün-ortaya çıkarmak-Açık-bacak-Ararlar-ile-Secde-HAYIR-Yapabilirler
خَاشِعَةً أَبْصَارُهُمْ تَرْهَقُهُمْ ذِلَّةٌ وَقَدْ كَانُوا يُدْعَوْنَ إِلَى السُّجُودِ وَهُمْ سَالِمُونَ
Hâşiaten ebsâruhum terhekuhum zilletun, ve kad kânû yud’avne ilâs sucûdi ve hum sâlimûn(sâlimûne)
Gözleri korkudan ürpermiş halde, onları bir zillet kaplar. Onlar, salimken (sağlıklı ve selâmette iken) secde etmeye davet olunmuşlardı
-Bakmak-Onların görme yeteneği-Onları Kaldır-İnsanlık-Ve öyleydi-onlar-Davetliler-ile-Secde-yanılsama-
فَذَرْنِي وَمَن يُكَذِّبُ بِهَذَا الْحَدِيثِ سَنَسْتَدْرِجُهُم مِّنْ حَيْثُ لَا يَعْلَمُونَ
Fe zernî ve men yukezzibu bi hâzâl hadîs(hadîsi), se nestedricuhum min haysu lâ ya’lemûn(ya’lemûne)
Artık bu sözü yalanlayan kişileri Bana bırak. Yakında onları bilmedikleri bir yerden tedricen (yavaş yavaş azaba) yaklaştıracağız
-Öyleyse beni özledim-Ve-Yalan söyler-bundan-konuşma-Onları inceleyeceğiz-itibaren-Neresi-hayır-Biliyorlar
وَأُمْلِي لَهُمْ إِنَّ كَيْدِي مَتِينٌ
Ve umlî lehum, inne keydî metîn(metînun)
Ve Ben, onlara mühlet veriyorum. Muhakkak ki Benim tuzağım, çok kuvvetlidir
-Ve umut-onlar için-O--
أَمْ تَسْأَلُهُمْ أَجْرًا فَهُم مِّن مَّغْرَمٍ مُّثْقَلُونَ
Em tes’eluhum ecran fe hum min magramin muskalûn(muskalûne)
Yoksa onlardan ücret mi istiyorsun? Böylece onlar ağır bir borç altındalar mı
-Anne-Onlara soruyorsun-Ücret-anlamak-itibaren--
أَمْ عِندَهُمُ الْغَيْبُ فَهُمْ يَكْتُبُونَ
Em inde humul gaybu fe hum yektubûn(yektubûne)
Veya gayb (bilinmeyen âlemler), onların yanında da, artık onlar mı yazıyorlar
-Anne-Onlar sahip-Görülmeyen-anlamak-Onlar yazar
فَاصْبِرْ لِحُكْمِ رَبِّكَ وَلَا تَكُن كَصَاحِبِ الْحُوتِ إِذْ نَادَى وَهُوَ مَكْظُومٌ
Fasbir li hukmi rabbike ve lâ tekun ke sâhıbil hût(hûti), iz nâdâ ve huve mekzûm(mekzûmun)
Artık Rabbinin hükmüne sabret. Ve balık sahibi (Yunus A.S) gibi olma. O, çok hüzünlü, gamlı olarak (Rabbine) nida etmişti
-Sabırlı ol-Kararınız-Rabbin-HAYIR-Bu-Bir arkadaş olarak-Balina-Bu yüzden-kulüp-ve o-
لَوْلَا أَن تَدَارَكَهُ نِعْمَةٌ مِّن رَّبِّهِ لَنُبِذَ بِالْعَرَاء وَهُوَ مَذْمُومٌ
Levlâ en tedârakehu ni’metun min rabbihî le nubize bil arâi ve huve mezmûm(mezmûmun)
Eğer O’nun Rabbinden kendisine bir ni’met yetişmese idi, mutlaka O, zemmolunmuş (kınanmış) olarak boş araziye atılmış olacaktı
-Değilse-O-Ben koştum-nimet-itibaren-Rabbi--Çıplaklık içinde-ve o-
فَاجْتَبَاهُ رَبُّهُ فَجَعَلَهُ مِنَ الصَّالِحِينَ
Fectebâhu rabbuhu fe cealehu mines sâlihîn(sâlihîne)
Fakat O’nun Rabbi, kendisini seçti, böylece O’nu salihlerden kıldı
-Ona gitti-Rabbi-Öyleyse yap-itibaren-
وَإِن يَكَادُ الَّذِينَ كَفَرُوا لَيُزْلِقُونَكَ بِأَبْصَارِهِمْ لَمَّا سَمِعُوا الذِّكْرَ وَيَقُولُونَ إِنَّهُ لَمَجْنُونٌ
Ve in yekâdullezîne keferû le yuzlikûneke bi ebsârihim lemmâ semiûz zikra ve yekûlûne innehu le mecnûn(mecnûnun)
Ve inkâr edenler, zikri (Kur’ân’ı) işittikleri zaman gerçekten seni, neredeyse gözleri ile devirirler. Ve: “Muhakkak ki o, gerçekten mecnundur (delidir).” derler
-ve şu-Neredeyse-Kimin-İfade etmek-Seni alacaklar-Onların gözünde-Ne zaman-Duydular-Anma-Ve diyorlar-o-
وَمَا هُوَ إِلَّا ذِكْرٌ لِّلْعَالَمِينَ
Ve mâ huve illâ zikrun lil âlemîn(âlemîne)
Ve O (Kur’ân), âlemlere zikirden (öğütten) başka bir şey değildir
-gesticülat-O-meğer ki-erkek-