وَالذَّارِيَاتِ ذَرْوًا
Vez zâriyâti zerven
Savurarak esip dağıtan rüzgârlara andolsun
-Ve yavru-Atom
فَالْحَامِلَاتِ وِقْرًا
Fel hâmilâti vıkran
Ve de yük taşıyanlara (yağmur yüklü bulutlara)
-Yazılar-Ve bir vahiy
فَالْجَارِيَاتِ يُسْرًا
Fel câriyâti yusran
Sonra kolayca akıp gidenlere (süzülenlere)
-Hizmetçiler-Yusra
فَالْمُقَسِّمَاتِ أَمْرًا
Fel mukassimâti, emren
Hem de emrederek (işleri), (görevli meleklere) taksim edenlere (andolsun ki...
-Bölümler-Tüzük
إِنَّمَا تُوعَدُونَ لَصَادِقٌ
İnnemâ tûadûne le sâdikun
Muhakkak ki size vaadolunanlar kesinlikle doğrudur
-Ancak-Söz verildin-
وَإِنَّ الدِّينَ لَوَاقِعٌ
Ve inned dîne le vâkıun
Ve muhakkak ki dîn (hesap görme; mükâfat veya ceza), kesinlikle vuku bulacaktır (gerçekleşecektir)
-ve şu-Borç-
وَالسَّمَاء ذَاتِ الْحُبُكِ
Ves semâi zâtil hubuki
Ve dairesel yollara sahip olan semaya andolsun
-Ve gökyüzü-Dhia-
إِنَّكُمْ لَفِي قَوْلٍ مُّخْتَلِفٍ
İnnekum le fî kavlin muhtelifin
Muhakkak ki siz, mutlaka ihtilâflı bir söz (düşünce) içindesiniz
-Sen-Fahiş-söylemek-Farklı
يُؤْفَكُ عَنْهُ مَنْ أُفِكَ
Yu’feku anhu men ufike
Döndürülmüş olan kişi, ondan çevrilir
-Yüce-onun hakkında-itibaren-
قُتِلَ الْخَرَّاصُونَ
Kutilel harrâsûn(harrâsûne)
Yalancılar kahrolsun
-öldürme-Perşembe günleri
الَّذِينَ هُمْ فِي غَمْرَةٍ سَاهُونَ
Ellezîne hum fî gamratin sâhûn(sâhûne)
Onlar ki cehalet içinde, gaflette olanlardır
-Kimin-Onlar-içinde-İment-
يَسْأَلُونَ أَيَّانَ يَوْمُ الدِّينِ
Yes’elûne eyyâne yevmud dîn(dîni)
“Dîn günü (hesap günü) ne zaman?” diye sorarlar
-Onlar sorar-Nerede-gün-Borç
يَوْمَ هُمْ عَلَى النَّارِ يُفْتَنُونَ
Yevme hum alân nâri yuftenûn(yuftenûne)
O gün onlar, ateşe atılarak (fitnelerinin karşılığı olarak) azaba maruz bırakılırlar
-gün-Onlar-üzerine-ateş-Büyülenmişler
ذُوقُوا فِتْنَتَكُمْ هَذَا الَّذِي كُنتُم بِهِ تَسْتَعْجِلُونَ
Zûkû fitnetekum, hâzâllezî kuntum bihî testa’cilûn(testa’cilûne)
Fitnenizi (yalanladığınızı) tadın! Bu, sizin acele istemiş olduğunuz şeydir
-Onlar yoruldu-Seni diliyorsun-Bu-O-Sen-Bununla-Acele et
إِنَّ الْمُتَّقِينَ فِي جَنَّاتٍ وَعُيُونٍ
İnnel muttakîne fî cennâtin ve uyûnin
Muhakkak ki takva sahipleri, cennetlerde ve pınarlardadır
-O-Dürüst-içinde-Cennet-Göz
آخِذِينَ مَا آتَاهُمْ رَبُّهُمْ إِنَّهُمْ كَانُوا قَبْلَ ذَلِكَ مُحْسِنِينَ
Âhizîne mâ âtâhum rabbuhum, innehum kânû kable zâlike muhsinîn(muhsinîne)
Rab’lerinin onlara verdiği şeyi alanlar; muhakkak ki onlar, bundan önce muhsin olanlardır
-Seni al-Ne-Onlara geldiler-Onların Rabbi-onlar ki-onlar-önce-O-
كَانُوا قَلِيلًا مِّنَ اللَّيْلِ مَا يَهْجَعُونَ
Kânû kalîlen minel leyli mâ yehceûn(yehceûne)
Onlar geceden uyudukları şey (zaman parçası) çok az olanlardı
-onlar-hafifçe-itibaren-gece-Ne-
وَبِالْأَسْحَارِ هُمْ يَسْتَغْفِرُونَ
Ve bil eshârihum yestağfirûn(yestağfirûne)
Ve onlar, seher vakitlerinde mağfiret dilerler
-Ve sihirle-Onlar-
وَفِي أَمْوَالِهِمْ حَقٌّ لِّلسَّائِلِ وَالْمَحْرُومِ
Ve fî emvâlihim hakkun lis sâili vel mahrûmi
Ve onların mallarında isteyenlerin ve mahrum olanların (isteyemeyenlerin) hakkı vardır
-Fahiş-Onların parası-Sağ-Araçlar için-Ve depo
وَفِي الْأَرْضِ آيَاتٌ لِّلْمُوقِنِينَ
Ve fîl ardı âyâtun lil mûkınîn(mûkınîne)
Yakîn hasıl edenler için yeryüzünde (Allah’ın) âyetleri vardır
-Fahiş-Dünya-Ayetler-
وَفِي أَنفُسِكُمْ أَفَلَا تُبْصِرُونَ
Ve fî enfusikum, e fe lâ tubsirûn(tubsirûne)
Ve kendi nefslerinizde de (âyetler) vardır. Hâlâ görmüyor musunuz
-Fahiş-kendiniz-Ale?-
وَفِي السَّمَاء رِزْقُكُمْ وَمَا تُوعَدُونَ
Ve fîs semâi rızkukum ve mâ tûadûn(tûadûne)
Ve semada sizin rızkınız ve vaadolunduğunuz şeyler vardır
-Fahiş-gökyüzü-Geçim kaynağınız-gesticülat-Söz verildin
فَوَرَبِّ السَّمَاء وَالْأَرْضِ إِنَّهُ لَحَقٌّ مِّثْلَ مَا أَنَّكُمْ تَنطِقُونَ
Fe ve rabbis semâi vel ardı innehu le hakkun misle mâ ennekum tentıkûn(tentıkûne)
İşte Rabbe, semaya ve yere andolsun ki; şüphesiz o, mutlaka sizlerin konuştuğunuz şeyler kadar haktır
-Favori-gökyüzü-Ve dünya-o-Bir gerçek-beğenmek-Ne-Sen-
هَلْ أَتَاكَ حَدِيثُ ضَيْفِ إِبْرَاهِيمَ الْمُكْرَمِينَ
Hel etâke hadîsu dayfi ibrâhîmel mukramîn(mukramîne)
Hz. İbrâhîm’in ikram edilen misafirlerinin haberi sana geldi mi
-Yapmak-sana geldim-kaza-Bir konuk-İbrahim-
إِذْ دَخَلُوا عَلَيْهِ فَقَالُوا سَلَامًا قَالَ سَلَامٌ قَوْمٌ مُّنكَرُونَ
İz dehalû aleyhi fe kâlû selâmâ(selâmen), kâle selâm(selâmun), kavmun munkerûn(munkerûne)
Onun yanına geldikleri zaman “selâm” dediler. (Hz. İbrâhîm de): “Selâm yabancı kavim.” dedi
-Bu yüzden-Girmek-onun üzerine-Dediler-Barış-Dedi-Merhaba-insanlar-
فَرَاغَ إِلَى أَهْلِهِ فَجَاء بِعِجْلٍ سَمِينٍ
Fe râga ilâ ehlihî fe câe bi iclin semînin
Bunun üzerine (Hz. İbrâhîm) gizlice ailesinin yanına gidip hemen (kızarmış) semiz bir buzağı getirdi
-boşluk-ile-Hey-Geldi--
فَقَرَّبَهُ إِلَيْهِمْ قَالَ أَلَا تَأْكُلُونَ
Fe karrabehû ileyhim kâle e lâ te’kulûn(te’kulûne)
Böylece onu (yemeği) onlara yaklaştırdı (ikram etti): “Yemez misiniz?” dedi
-Çok yakın-Onlara-Dedi-meğer ki-Sen ye
فَأَوْجَسَ مِنْهُمْ خِيفَةً قَالُوا لَا تَخَفْ وَبَشَّرُوهُ بِغُلَامٍ عَلِيمٍ
Fe evcese minhum hîfeten, kâlû lâ tehaf, ve beşşerûhu bi gulâmin alîm(alîmin)
Fakat onlardan korktuğunu hissetti: “Korkma!” dediler. Ve onu alîm bir erkek çocukla müjdelediler
-Yani oturuyorsun-onlar kim-Korku-Dediler-hayır-Korku--Posta ile-
فَأَقْبَلَتِ امْرَأَتُهُ فِي صَرَّةٍ فَصَكَّتْ وَجْهَهَا وَقَالَتْ عَجُوزٌ عَقِيمٌ
Fe akbeletimraetuhu fî sarratin fe sakket vechehâ ve kâlet acûzun akîmun
Bunun üzerine hanımı (bu haberi) çığlık atarak karşıladı. Ve yüzüne vurarak: “Ben kısır ihtiyar bir kadınım.” dedi
-kabul ettin-Karısı-içinde-Barah-Bu yüzden aldım-Yüzü-Dedi-yaşlı kişi-
قَالُوا كَذَلِكَ قَالَ رَبُّكِ إِنَّهُ هُوَ الْحَكِيمُ الْعَلِيمُ
Kâlû kezâliki kâle rabbuki, innehu huvel hakîmul alîmu
“Senin Rabbinin buyurduğu şey işte budur.” dediler. Muhakkak ki O; Hakîm’dir (hüküm ve hikmet sahibidir), Alîm’dir
-Dediler-bunun gibi-Dedi-Rabbin-o-O-Bilge-
قَالَ فَمَا خَطْبُكُمْ أَيُّهَا الْمُرْسَلُونَ
Kâle fe mâ hatbukum eyyuhâl murselûn(murselûne)
(Hz. İbrâhîm): “Öyleyse ey elçiler! Söylemek istediğiniz şey nedir?” dedi
-Dedi-Bu yüzden-Konuşman-Ah-
قَالُوا إِنَّا أُرْسِلْنَا إِلَى قَوْمٍ مُّجْرِمِينَ
Kâlû innâ ursilnâ ilâ kavmin mucrimîn(mucrimîne)
Dediler ki: “Muhakkak ki biz, mücrim bir kavme gönderildik.
-Dediler-BEN-Bize gönderin-ile-insanlar-
لِنُرْسِلَ عَلَيْهِمْ حِجَارَةً مِّن طِينٍ
Li nursile aleyhim hıcâraten min tînin
Onların üzerlerine balçıktan taşlar yollamak için
-Hadi gönderelim-onlar üzerinde-Taşlar-itibaren-kil
مُسَوَّمَةً عِندَ رَبِّكَ لِلْمُسْرِفِينَ
Musevvemeten inde rabbike lil musrifîn(musrifîne)
Onlar, Rabbinin katında haddi aşanlar için işaretlenmiş olan (taşlardır)
-Süveter-Ne zaman-Rabbin-
فَأَخْرَجْنَا مَن كَانَ فِيهَا مِنَ الْمُؤْمِنِينَ
Fe ahracnâ men kâne fîhâ minel mu’minîn(mu’minîne)
Sonra orada mü’minlerden kim varsa çıkardık
-Bu yüzden dışarı çıkacağız-itibaren-O öyleydi-Hangi-itibaren-İnananlar
فَمَا وَجَدْنَا فِيهَا غَيْرَ بَيْتٍ مِّنَ الْمُسْلِمِينَ
Fe mâ vecednâ fîhâ gayra beytin minel muslimîn(muslimîne)
Fakat orada, bir evden başkasında, müslümanlardan (bir kimse) bulamadık
-Bu yüzden-Bulduk-Hangi-Olumsuz-ev-itibaren-Müslümanlar
وَتَرَكْنَا فِيهَا آيَةً لِّلَّذِينَ يَخَافُونَ الْعَذَابَ الْأَلِيمَ
Ve teraknâ fîhâ âyeten lillezîne yahâfûnel azâbel elîm(elîme)
Ve orada elîm azaptan korkanlar için delil bıraktık
-Ve biz ayrıldık-Hangi-herhangi-Kimler için-Onlar korkuyorlar-İşkence-
وَفِي مُوسَى إِذْ أَرْسَلْنَاهُ إِلَى فِرْعَوْنَ بِسُلْطَانٍ مُّبِينٍ
Ve fî mûsâ iz erselnâhu ilâ fir’avne bi sultânin mubînin
Ve Hz. Musa’da (da deliller vardır). Onu firavuna apaçık bir sultanla (mucize ile) göndermiştik
-Fahiş-Musa-Bu yüzden-Gönderdik-ile-Firavun-Sultanda-
فَتَوَلَّى بِرُكْنِهِ وَقَالَ سَاحِرٌ أَوْ مَجْنُونٌ
Fe tevellâ bi ruknihî ve kâle sâhırun ev mecnûnun
Fakat o, etrafındakilerle yüz çevirdi ve: “O bir sihirbaz veya delidir.” dedi
-Baktı-Burkan-Ve Dediki-büyücü-veya-
فَأَخَذْنَاهُ وَجُنُودَهُ فَنَبَذْنَاهُمْ فِي الْيَمِّ وَهُوَ مُلِيمٌ
Fe ehaznâhu ve cunûdehu fe nebeznâhum fîl yemmi ve huve mulîm(mulîmun)
Sonunda onu ve ordularını yakaladık ve böylece onları kınanmış olarak denize attık
-Bu yüzden aldık-Ve askerleri-Bu yüzden onları kaydettik-içinde-Yam-ve o-
وَفِي عَادٍ إِذْ أَرْسَلْنَا عَلَيْهِمُ الرِّيحَ الْعَقِيمَ
Ve fî âdin iz erselnâ aleyhimur rîhal akîm(akîme)
Ve Ad (kavminde) de (ibretler, deliller vardır). Onlara, “yok edici” bir rüzgâr göndermiştik
-Fahiş-geri döndü-Bu yüzden-Bize gönderin-onlar üzerinde-Rüzgar-
مَا تَذَرُ مِن شَيْءٍ أَتَتْ عَلَيْهِ إِلَّا جَعَلَتْهُ كَالرَّمِيمِ
Mâ tezeru min şey’in etet aleyhi illâ cealethu ker ramîm(ramîmi)
(O rüzgâr), üzerinden geçtiği (hiç)bir şeyi bırakmayarak, mutlaka kül gibi toz haline getirdi
-Ne-Temizlemek-itibaren-bir şey-Gelmek-onun üzerine-meğer ki--
وَفِي ثَمُودَ إِذْ قِيلَ لَهُمْ تَمَتَّعُوا حَتَّى حِينٍ
Ve fî semûde iz kîle lehum temetteû hattâ hînin
Ve Semud (kavminde) de (ibretler, deliller vardır). Onlara: “Bir süre metalanın (yararlanın).” denilmişti
-Fahiş-Thamoud-Bu yüzden-Söylendi-onlar için-Yapmaya başlamak-değin-Ne zaman
فَعَتَوْا عَنْ أَمْرِ رَبِّهِمْ فَأَخَذَتْهُمُ الصَّاعِقَةُ وَهُمْ يَنظُرُونَ
Fe atev an emri rabbihim fe ehazethumus sâikatu ve hum yanzurûn(yanzurûne)
Fakat Rab’lerinin emrinden çıktılar. Bunun üzerine, onlar bakıyorlarken, kendilerini yıldırım aldı
-Onlar yaptı-Açık-Emretmek-Onların Rabbi-onları aldım--yanılsama-Bakarlar
فَمَا اسْتَطَاعُوا مِن قِيَامٍ وَمَا كَانُوا مُنتَصِرِينَ
Fe mâstetâû min kıyâmin ve mâ kânû muntesirîne
O zaman ayağa kalkmaya muktedir olamadılar. Ve onlar “yardım edilenler” olmadılar
-Bu yüzden-Hadi-itibaren-Qayam-gesticülat-onlar-
وَقَوْمَ نُوحٍ مِّن قَبْلُ إِنَّهُمْ كَانُوا قَوْمًا فَاسِقِينَ
Ve kavme nûhın min kablu, inne hum kânû kavmen fâsıkîn(fâsıkîne)
Ve ondan evvel Nuh kavmi de… Muhakkak ki onlar fasık bir kavimdi
-Ve insanlar-Nuh-itibaren-önce-onlar ki-onlar-İnsanlar-
وَالسَّمَاء بَنَيْنَاهَا بِأَيْدٍ وَإِنَّا لَمُوسِعُونَ
Ves semâe beneynâhâ bi eydin ve innâ le mûsiûn(mûsiûne)
Ve sema; Biz onu büyük bir kudret ile bina ettik. Ve muhakkak ki (onu) genişletici olan elbette Biziz
-Ve gökyüzü-Yaptık-El-Ve ben-
وَالْأَرْضَ فَرَشْنَاهَا فَنِعْمَ الْمَاهِدُونَ
Vel arda feraşnâhâ fe ni’mel mâhidûn(mâhidûne)
Ve yeryüzü; onu döşek yaptık. İşte ne güzel düzenleyici
-Ve dünya-Bize verdik-Evet-
وَمِن كُلِّ شَيْءٍ خَلَقْنَا زَوْجَيْنِ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ
Ve min kulli şey’in halaknâ zevceynî leallekum tezekkerûn(tezekkerûne)
Ve Biz, herşeyden (zıttıyla kaim kılarak) çift yarattık. Umulur ki böylece siz tezekkür edersiniz
-Ve-Tümü-bir şey-Biz yarattık-İki genç-Belki sen-Hatırlarsın
فَفِرُّوا إِلَى اللَّهِ إِنِّي لَكُم مِّنْهُ نَذِيرٌ مُّبِينٌ
Fe firrû ilâllâh(ilâllâhi), innî lekum minhu nezîrun mubîn(mubînun)
Öyleyse Allah’a firar edin (kaçın ve sığının). Muhakkak ki ben, sizin için O’ndan (Allah tarafından gönderilmiş) apaçık bir nezirim
-Uzak-ile-Allah-ben-sana-ondan-Nadir-
وَلَا تَجْعَلُوا مَعَ اللَّهِ إِلَهًا آخَرَ إِنِّي لَكُم مِّنْهُ نَذِيرٌ مُّبِينٌ
Ve lâ tec’alû meallâhi ilâhen âhar(âhara), innî lekum minhu nezîrun mubîn(mubînun)
Ve Allah ile beraber başka ilâhlar kılmayın. Muhakkak ki ben, sizin için O’ndan (Allah tarafından gönderilmiş) apaçık bir nezirim
-HAYIR-Bunları yapmak-ile-Allah-Tanrı-son-ben-sana-ondan-Nadir-
كَذَلِكَ مَا أَتَى الَّذِينَ مِن قَبْلِهِم مِّن رَّسُولٍ إِلَّا قَالُوا سَاحِرٌ أَوْ مَجْنُونٌ
Kezâlike mâ etâllezîne min kablihim min resûlin illâ kâlû sâhırun ev mecnûn(mecnûnun)
İşte böyle, onlardan öncekiler de, (kendilerine) gelen resûle “sihirbazdır veya mecnundur”dan başka bir şey demediler
-bunun gibi-Ne-gelmek-Kimin-itibaren-Onlardan önce-itibaren-haberci-meğer ki-Dediler-büyücü-veya-
أَتَوَاصَوْا بِهِ بَلْ هُمْ قَوْمٌ طَاغُونَ
E tevâsav bihî, bel hum kavmun tâgûn(tâgûne)
Onu (resûle “sihirbaz veya mecnun” demeyi, sonrakilere) vasiyet mi ettiler? Hayır, onlar azgın bir kavimdir
-Hadi-Bununla-daha ziyade-Onlar-insanlar-
فَتَوَلَّ عَنْهُمْ فَمَا أَنتَ بِمَلُومٍ
Fe tevelle anhum fe mâ ente bi melûm(melûme)
O halde onlardan yüz çevir, artık sen kınanacak değilsin
-Devam etti-Onlar hakkında-Bu yüzden-Sen-
وَذَكِّرْ فَإِنَّ الذِّكْرَى تَنفَعُ الْمُؤْمِنِينَ
Ve zekkir fe innez zikrâ tenfeul mu’minîn(mu’minîne)
Ve öğüt verip hatırlat. Muhakkak ki tezekkür, mü’minlere fayda verir
-Hatırlamak-Bu yüzden-Hatırlama-Yapabilirsiniz-İnananlar
وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْإِنسَ إِلَّا لِيَعْبُدُونِ
Ve mâ halaktul cinne vel inse illâ li ya'budûni
Ve Ben, insanları ve cinleri (başka bir şey için değil, sadece) Bana kul olsunlar diye yarattım
-gesticülat-ben YARATTIM-Jin-Ve insanlık-meğer ki-
مَا أُرِيدُ مِنْهُم مِّن رِّزْقٍ وَمَا أُرِيدُ أَن يُطْعِمُونِ
Mâ urîdu minhum min rızkın ve mâ urîdu en yut’imûni
Onlardan (hiç)bir rızık istemiyorum ve Beni doyurmalarını da istemiyorum
-Ne-İstiyorum-onlar kim-itibaren-geçim kaynağı-gesticülat-İstiyorum-O-
إِنَّ اللَّهَ هُوَ الرَّزَّاقُ ذُو الْقُوَّةِ الْمَتِينُ
İnnallâhe huver razzâku zul kuvvetil metîn(metînu)
Muhakkak ki Allah; O, rızık verendir, güç, kuvvet sahibidir
-O-Allah-O-Razzak-O--
فَإِنَّ لِلَّذِينَ ظَلَمُوا ذَنُوبًا مِّثْلَ ذَنُوبِ أَصْحَابِهِمْ فَلَا يَسْتَعْجِلُونِ
Fe inne lillezîne zalemû zenûben misle zenûbi ashâbihim fe lâ yesta’cilûni
İşte muhakkak ki zulmedenlerin (azaptan) nasibi, arkadaşlarının nasibi (azabı) gibidir. Artık Benden (azabı) acele istemesinler
-Bu yüzden-Kimler için-Kendilerini takip edin-Günah-beğenmek---HAYIR-Acele ediyorlar
فَوَيْلٌ لِّلَّذِينَ كَفَرُوا مِن يَوْمِهِمُ الَّذِي يُوعَدُونَ
Fe veylun lillezîne keferû min yevmihimullezî yûadûn(yûadûne)
Bu durumda vaadolundukları (kıyâmet) günü sebebiyle inkâr edenlerin vay haline
-Foyel-Kimler için-İfade etmek-itibaren-Onlar günü-O-Söz veriliyorlar